Türk modeli ister misiniz?

4 Mart 2011

Doğu Avrupa’da komünist rejimlerin yıkılmasından sonra, demokrasi tek geçerli yönetim biçimi oldu. 21. yüzyıla bir iyimserlik havası içinde girildi. Ancak süre geçtikçe bu iyimserlik havası dağılmaya başladı. Siyasal bilimciler şimdi, giderek daha sık görülmeye başlayan yeni bir yönetim biçimini anlamaya çalışıyorlar.
Bu yönetim biçimleri ne tam demokrasi, ne tam diktatörlük. İkisi arasında gri bir bölge. Bu rejimlere, liberal olmayan demokrasiler, demokratik otoriterlik, seçimli otoriterlik, popülist otoriterlik, plebisitçi otoriterlik gibi adlar veriliyor. Bu gri bölgede yer alan devletler farklı özelliklere sahip. O nedenle bir model oluşturmak güç. Bu tür demokrasilere örnek Putin’in Rusya’sı, Chavez’in Venezuela’sı. Ancak güney doğu Asya’da, Latin Amerika’da başka çok örnek var.
Freedom House’in 2010 raporuna göre, demokraside gerileme var. Hükümetler genelde serbest seçim yapıyorlar. Ancak yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi liberal demokrasinin özünü oluşturan temel değerlerine saygılı davranmıyorlar. Ayrıca keyfi tutuklamalar, insan hakları ihlalleri birçok ülkede demokrasinin kurumsallaşmasını engelliyor.
Fareed Zakaria, liberal olmayan demokrasilerde iktidarların

Yazının Devamı

Libya’da insan haklarının korunması

28 Şubat 2011

Ortadoğu ülkeleri büyük bir dönüşüm içinde. Tüm Arap devletlerinde mevcut düzene karşı muhalefet var. Ancak bu muhalefet her devletin koşullarına göre farklı biçimlerde ortaya çıkıyor. Libya’da Kaddafi’nin dengesiz kişiliği, ne pahasına olursa olsun iktidarı bırakmama kararlılığı, gerçeklerle ilişki kuramaması yanında ülkenin barışçı, düzenli bir geçiş için gereken kurumsal yapıdan yoksun olması bir kaos ve anarşi ortamı doğuruyor. Kaos ve anarşiden demokrasi çıkması beklenemez. Olsa olsa başka tür bir diktatörlük çıkar.
Libya’da aynı zamanda büyük bir insan hakları sorunu yaşanıyor. Kaddafi’nin paralı askerleri sivil halkın üstüne ateş açarak kıyım yapıyorlar. Binden fazla ölü var. Bu rakam artacağa benziyor. Libya’nın BM Daimi Delege Yardımcısı Dabbashi, bu durumu “soykırım” olarak nitelendiriyor.
İnsan haklarının devletlerin iç işi olmaktan çıktığı, tüm uluslararası toplumun sorunu olduğu günümüzde BM’nin bu duruma seyirci kalması beklenemez. Nasıl ki, BM Güvenlik Konseyi, önce 22 Şubat’ta sivil halka karşı şiddete başvurulmasını kınayan ve bu tür eylemlerin durdurulmasını isteyen bir basın bildirisi yayımladı. Arkasından, 26 Şubat’ta Kaddafi yönetimine yaptırımları öngören

Yazının Devamı

N.Ç.’nin suçu ne?

25 Şubat 2011

Başının iki yanından örgülü saçları sallanan 12 yaşındaki küçük bir kız çocuğunun eve kapatılarak 26 kişinin tecavüzüne uğradığını öğrenince ne yaparsınız? Önce insan olmaktan utanır, sonra da büyük bir öfke duyarsınız. Peki, bu kişileri yargılayan yargıçsanız ne yaparsınız?
Bunun yanıtı N.Ç. ile ilgili gerekçeli mahkeme kararında. Kararda şunlar var:
Zorla alıkoyma ile ilgili davanın, zaman aşımı nedeniyle düşmesine karar veriliyor. Kararda, N.Ç’nin zorla değil, kendi rızasıyla alıkonulduğu belirtiliyor. 12 yaşında bir çocuk, hukuken geçerli bir irade beyanında bulunamaz. Türkiye’nin de taraf olduğu B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde 18 yaşından küçükler çocuk kabul ediliyor. TCK’da ise çocukluk yaşı 15.
15 yaşından küçük çocuğun ırzına geçme suçundan açılan davada sanıklar mahkûm oluyorlar. Ancak “iyi halleri” nedeniyle cezaları indiriliyor.
N.Ç.’yi satan iki kadın ise, ”iffetsiz hayatları” nedeniyle ceza indiriminden yararlanamıyorlar. N.Ç.’ye tecavüz eden “iffetli” sanıklardan daha ağır cezaya mahkûm oluyorlar.
Alıkoyma suçuyla ilgili karar kesinleştiği için bu AİHM’ye götürülebilir.
Alıkoymada N.Ç.’nin rızası olamayacağına göre, N.Ç’nin iradesi dışında, tecavüz

Yazının Devamı

Yeni tutuklamalar

21 Şubat 2011

Balyoz davasının 163 sanığı hakkında alınan tutuklama kararı, yeni gerginlikler doğurdu ve yaşanan hukuksal krizi derinleştirdi.
Ergenekon, Balyoz gibi önemli davalarda, mahkemenin halkın güvenine sahip olması, halkın da, yargılananların da adil bir yargılama yapıldığına inanmaları çok önemli. Bu güveni verecek olan, mahkemelerin bağımsız ve tarafsız davranmaları, ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına uymaya özen göstermeleri.
Bu bağlamda, AİHM ölçütleri bu tür davalar açısından özel bir önem taşıyor. Bu önem sadece, AİHM kararlarının uyulması zorunlu ve hukuk sistemimizin bir parçası olmasından kaynaklanmıyor. Aynı zamanda, ulusal yargı kararlarına meşruiyet kazandırmasından kaynaklanıyor. Örneğin, son tutuklama kararları AİHM’ye gider ve AİHM tutuklamaların hukuka uygun olmadığına karar verirse, mahkemenin bundan sonra vereceği kararların hukuka uygunluğu konusunda kuşkular doğmaz mı?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de (AİHS), Ceza Muhakemesi Kanunu’nun da (CMK) amacı, insanların keyfi bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarını önlemek. AİHM şu durumlarda tutuklamanın keyfi olduğuna karar veriyor:
1. Tutuklamanın yasal olmaması:
AİHM, tutuklamada hukuksal

Yazının Devamı

İnsan hakları kimin sorunu?

18 Şubat 2011

ABD Büyükelçisi’nin “Balyoz davasını dikkatle izliyoruz. Basın özgürlüğünden söz ederken gazetecilerin gözaltına alınmasını anlayamıyoruz” yolundaki sözleri hükümet cephesinde tepkiyle karşılandı. Sn Bülent Arınç Büyükelçi’nin sözlerini Türkiye’de yeni olmasına bağlarken, Sn Hüseyin Çelik “Büyükelçiler bizim iç işlerimize karışamazlar, bu konuda biçilmiş olan bir alan vardır, hangi büyükelçi olursa olsun orada durmak zorundadır” seklinde bir tepki gösterdi. Buna yanıt ABD Dışişleri Sözcüsü’nden geldi. “Gazetecilerin yıldırılmasına yönelik eğilimlerden geniş kaygılarımız bulunuyor. Bu konuyu Türk hükümeti nezdinde dile getiriyor ve izliyoruz. Dost, müttefik ya da hasım olsun, bir ülkenin evrensel ilkelere saygıda çizgiyi aştığını düşünürsek bunu gündeme getiririz” dedi.
Uluslararası ilişkiler, 1648 Vestfalya Anlaşması’ndan bu yana devletlerin egemenliği ilkesi üzerine yapılandırılmış. Bu ilkenin başka bir yüzü, devletlerin iç işlerine karışmama ilkesi. Devletlerin kendi vatandaşları ile aralarında olup bitenler devletlerin iç işi sayıldığından, devletler buna müdahale etmemekle yükümlü.
Bu anlayış 2. Dünya Savaşı’ndan sonra değişti. Nazi’lerin 6 milyon Yahudi’yi sistematik bir

Yazının Devamı

Türkiye’nin AİHM’deki insan hakları karnesi

14 Şubat 2011

AİHM’in istatistiklerine göre, bekleyen dava sayısı 143 bin 350. Bir yıl öncesine göreli olarak görülecek dava sayısında yüzde 30 artış var. Sadece son bir ay içinde dava sayısı yüzde 3 artmış.
Bekleyen davalar açısından en büyük payın dört devlete ait olduğu görülüyor. Yüzde 28.9’u Rusya’ya, yüzde 10.9’u Türkiye’ye, yüzde 8.6’sı Romanya’ya, yüzde 7.5’i Ukrayna’ya ait. Bunlara AİHM’de “dört büyükler” deniyor. Ondan sonra İtalya, Polonya, Bulgaristan, Sırbistan, Slovenya geliyor.
Sözleşme’yi 2010 yılında en fazla ihlal eden devletler arasında ise, Türkiye yüzde 18.55’lik oranla birinci. Onu Rusya yüzde 14.48, Romanya yüzde 9.54, Ukrayna yüzde 7.27 oranlarla izliyor.
AİHM’nin verimliliği her geçen yıl artıyor. Ancak, 14 Protokol’ün yürürlüğe girmesiyle gerçekleştirilen reformların ve verimlilik artışının, her yıl çığ gibi büyüyen dava yükünü karşılamakta yetersiz kaldığı açık. O nedenle yeni reformlara gereksinim var. Nisan ayında İzmir’de yapılacak toplantı bu bakımdan önemli. İzmir’de alınacak kararlar yeni reformlara yol açabilir.
AİHM ile Türkiye’deki yargının durumu arasında paralellik kurulabilir. Her iki yargı da iş yükü altında eziliyor. Her iki yargı da reform

Yazının Devamı

Su başlarını devler tutmuş

11 Şubat 2011

Çok sevdiğim rahmetli hocam Prof. Seha L. Meray’ın kitabının adı böyleydi. Sanki bugünleri görerek yazmış. Kendisinin de belirttiği gibi, “devlerin su başlarını tuttuğu bir gerçek ama, insanoğlu sırtını yere getirir devlerin.”
Su dünyadaki yaşamın başlangıcı. Bu gidişle yaşamın sonu olabilir. Su kaynakları sonsuz değil. Yeryüzündeki su kaynaklarının sadece % 2.5’i içilebilir su. Suyun ticari amaçlarla kullanılmasıyla bu oran her gün azalıyor.
Su insan ile doğanın bütünleştiği en önemli doğal kaynak. Ortak kullanıma tabi. Neoliberal ekonomilerde bu ortak kaynak kâr amaçlı bir metaya dönüşüyor. İnsan doğadan dışlanıyor. Alınıp satılan, tüketilen, kâr elde edilen bir mal olarak görülüyor. Su özelleştirilip büyük şirketlerin işletmesine açılıyor. Bu şirketler sudan önemli kazançlar sağlarken, bölgede yaşayanlar yaşamlarını tehdit eden güçlüklerle baş başa bırakılıyor.
Türkiye’deki hidroelektrik santraller (HES) mücadelesini bu çerçevede görmek gerekir. Hükümet’in politikalarının yarattığı sorunlara karşı, bölge insanları yaşam damarlarının yok olmasını önlemek için direnmeye çalışıyor. Türkiye’de iki binden fazla HES projesi var. Bu projeler uyarınca, büyük şirketler 49

Yazının Devamı

Emekçinin hakları

7 Şubat 2011

İktidarın çıkardığı her yasa, o yasanın konusu olan grupların tepkisine yol açıyor. Doktorlar için çıkarılan yasa doktorların protestosuna, işçiler için çıkarılan yasa işçilerin protestosuna, yüksek yargı için çıkarılan yasa yüksek yargının protestosuna neden oluyor. Bu durumda iktidarın biraz geri çekilip “Nerede yanlış yapıyorum acaba?” diye düşünmesi gerekmez mi? Yoksa iktidarın yönetim anlayışından kaynaklanan bir sorun mu var?
İktidar çoğunluğa sahip olduğu için, kendi doğrularını zorla kabul ettirebileceğini, protestoları ise polis gücüyle bastırabileceğini düşünüyorsa, bu otoriter bir yönetim anlayışı. Demokrasi ise iletişim, katılım, uzlaşıya dayanan bir yönetim biçimi.
Emekçilerin haklarına ilişkin çok önemli maddeler içeren Torba Yasa sanki anlaşılmasın diye yazılmış. İçinde ne ararsanız var. 234 maddeden oluşuyor. Sadece gerekçesi 768 sayfa tutuyor. Bu arada işçilerin hakları da düzenleniveriyor. Oysa, hukuk devletinin en önemli özelliklerinden biri yasaların açık, anlaşılabilir olması.
Tasarının emekçilerin haklarıyla ilgili maddeleri hükümetin neoliberal politikalarını yansıtıyor. Bu politikanın birkaç temel özelliği var: Özelleştirme ya da taşeronlaştırmaya

Yazının Devamı