Hukuk krizi 2: Hukuk devletsiz demokrasi

4 Şubat 2011

Siyasal iktidar yargıyı yeniden yapılandırıyor. İktidar bu yetkiyi referandumla elde etmişti. Bundan sonra önemli olan bu yetkinin nasıl kullanılacağı. Demokratik bir hukuk devletinde iktidarın yükümlülüğü, yargının bağımsızlığını korumaya özen göstermek, güçler ayrılığı ilkesine aykırı davranmamak. Ama böyle olmadı. Önce Anayasa Mahkemesi’nin, sonra da HSYK’nın oluşumları değiştirilerek iktidarın çizgisine getirildiler. Arkasından Yargıtay ve Danıştay’ın yapılarını köklü bir biçimde değiştirecek yasa tasarısı komisyondan geçirildi.
Tasarı, Yargıtay ve Danıştay’da daire ve üyelik sayısını artırıyor, yeni üyeler atıyor, Yargıtay’ın en önemli organı olan Birinci Başkanlar Kurulu’nu ortadan kaldırıp yeni üyelerle yeniden kurulmasını öngörüyor. Ayrıca, Yargıtay ve Danıştay’ın dairelerinin görev alanları bundan böyle yasayla belirlenmeyecek, her yıl yeniden belirlenecek. Böylelikle, istenilen işlerin, istenilen dairelerde incelenmesi sağlanacak.
Hükümet’in 2007 yılında, hazırladığı Yargıtay Kanunu tasarısında, mevcut dairelerin ve yargıçların sayısı azaltılırken, yeni tasarıda çoğaltılması açıklanmaya muhtaç bir durum. 2007 ile 2011 arasında değişen tek şey HSYK’nin yapısı.
Yargıtay

Yazının Devamı

‘Sehven’li adalet

31 Ocak 2011

Türkiye bir süredir bir hukuk krizi yaşıyor. Bu kriz gün geçtikçe genişliyor ve derinleşiyor. Bunun sonucunda Türkiye hukuk devleti olmaktan uzaklaşıyor.
Krizin birkaç yönü var. Bir yönü, görülmekte olan davalardaki usulsüzlükler. Bunları özellikle Ergenekon, Balyoz gibi davalarda görüyoruz. Yargılamanın temelinde usul kuralları yatar. Adil yargılanma hakkı bir dizi usul kurallarından oluşur. Bu usul kurallarının öngördüğü güvenceler gerçekleşmezse, davanın esası da olumsuz etkilenir.
Ergenekon davasındaki usulsüzlüklerin uzun bir listesi var. Türk hukukunun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne açıkça aykırı olarak sürdürülen tutuklamalardan, yasal olmayan telefon dinlemeleri, aramalar, el koymalara kadar uzanıyor. En son Prof. Haberal’in hastane odasında yapılan arama bunun canlı örneği. 19.30’da başlayıp sabah 3.30’da sona eren arama, gece vakti arama yapılamayacağını belirten CMK 118 maddesine aykırı.
Arama cezaevi hücresinde yapılan idari bir arama ise, Prof. Haberal’in odasıyla sınırlı kalmayıp hastanenin başka bölümlerini, refakatçinin otomobilini de kapsaması nasıl açıklanacak? Aramanın 6 saat sürmesi, doktorlara danışmadan yapıldığından, hastanın

Yazının Devamı

Yeni Türk dış politikası (2)

28 Ocak 2011

Günümüzde uygulanan Türk dış politikasına baktığımızda şunu görüyoruz: Bir yanda yeni bir dış politika söylemi var, öte yanda uygulamalar. Söylem ile politikalar ne denli uyumlu?
Söylem şunları içeriyor: Türkiye bölgesel bir güç, hatta küresel bir güç oluyor. Türkiye, eski Osmanlı topraklarında kendi liderliğinde bir uluslar birliği kurmayı tasarlıyor. Yani “Yeni Osmanlıcılık.” Komşularla sıfır sorunlu politika. Eksen kayması yok, Türkiye çok merkezli bir dış politika uyguluyor.
Öte yandan görünen bir gerçek var. Sn. Cumhurbaşkanı Yemen’i ziyaret ederken, Sn. Başbakan da aynı zamanda Kuveyt ve Katar’a resmi ziyaret yapıyor. Aynı tarihlerde, Alman Şansölyesi Merkel, Güney Kıbrıs’ı ziyareti sırasında çözümsüzlükten Türkiye’yi sorumlu tutan beyanlarda bulunuyor. Bu resim bile Türk dış politikasının ağırlık merkezinin Müslüman Ortadoğu ülkelerine kaydığını göstermeye yeterli.
Türkiye, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkas’larda bölgesel bir güç mü? Başka bir deyişle Türkiye, bağımsız hareket ederek bulunduğu bölgenin siyasetini etkileme kapasitesine sahip mi? Her şeyden önce Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülükleri bulunmakta. NATO üyeliğinin ya da AB

Yazının Devamı

Yeni Türk dış politikası

24 Ocak 2011

Soğuk savaşın sona ermesi ve uluslararası ilişkilerin iki kutuplu olmaktan çıkması dış politikada önemli yapısal değişiklikler doğurdu. 11 Eylül saldırıları ve ABD’nin Bush döneminde izlediği, uluslararası hukuku ve kuruluşları bir yana iten tek yanlı dış politika, uluslararası toplumun muhalefetine karşın Irak’a saldırısı, uluslararası ilişkilerin ABD hegemonyası altına girdiği, tek kutuplu bir nitelik kazandığı anlayışını doğurdu. Obama’nın başkan olması, ABD’nin tek yanlı dış politikasının sona ermesi olarak görüldü. Öte yandan, Obama döneminde meydana gelen küresel mali kriz, Afganistan’da Taliban’ın güçlenmesi, İran’ın ABD’ye meydan okuması da ABD’nin tek başına uluslararası ilişkilere yön verecek güçte olmadığını ortaya koydu. Günümüzde uluslararası ilişkilerin, ABD’nin ağırlığı ihmal edilemeyecek bir etken olmakla birlikte Çin, Hindistan, Brezilya gibi bölgesel güçlerin giderek önem kazandığı, çok kutuplu bir görünüm kazandığı söylenebilir.
İki kutuplu sistemde uluslararası ilişkilere egemen olan düşünce “reel politik”ti. Uluslararası ilişkilerin güç dengesine dayandığı bir dünyada devletler ulusal çıkarları ile üyesi oldukları ittifakların çıkarlarını özdeşleştirmişlerdi.

Yazının Devamı

İfade özgürlüğü

21 Ocak 2011

Düşünce ve ifade özgürlüğü demokrasinin en temel öğesi. O nedenle, demokratik toplumlarda ifade özgürlüğünün korunmasına özel bir özen gösteriliyor. İfade özgürlüğünün kapsamı geniş. Siyasal tartışmalar, protestolar kadar sanat eserleri, artistik ifadeler de ifade özgürlüğüne giriyor.
Son günlerde Türkiye’de meydana gelen olayları, iktidara yönelik protestoları ya da Kars’taki heykel olayını ifade özgürlüğü kapsamında görmek gerekir.
Protestolar: Öğrencilerin, işçilerin protestoları ya da G.S stadının açılışındaki protestolar ifade özgürlüğünün değişik dışavurum biçimleri. Protesto, statükoya, egemen gruplara, siyasal iktidarlara karşı gösterilen bir tepki. AİHM’nin birçok kararında belirttiği gibi, ifade özgürlüğü, devletin ya da bazı kişilerin hoşuna gitmeyen, rahatsız edici, şok edici düşünceleri, eylemleri de kapsar. Demokrasilerde protesto eylemleri yurttaşların temel bir demokratik hakkı. Siyasal sürece bir katılım biçimi. Yurttaşların siyasal sürece protesto yoluyla katılmaları demokrasinin sağlıklı bir biçimde işlediğinin bir göstergesi. Ancak bir başka gösterge de siyasal iktidarların protestolar karşısındaki tutumları. Otoriter-totaliter yönetimlere sahip devletlerde,

Yazının Devamı

Gazoz sever misiniz?

17 Ocak 2011

AKP iktidarı alkollü içkilerin satışına ilişkin yönetmelikte değişiklikler yaptı. Böylelikle alkollü içkilerin satışını, sunumunu ve dolayısıyla kullanımını daha güçleştirdi. Ama, gazoz içmek serbest. Efes Pilsen firması, basketbol takımının adını ya da kendi mesleğini değiştirmek arasında bir seçim yapmak zorunda.
AKP her üç yılda bir içki satışı ve sunumu ile ilgili olarak toplumsal vidaları biraz daha sıkıştırıyor. Önce 2005 yılında, içkiden arınmış bölgeler kurmaya kalktı. Gördüğü tepki üzerine bundan vazgeçti. Sonra 2008 yılında alkollü içkilerin satışı ve sunumunu sınırlayan bir yönetmelik çıkardı. Son yapılan değişikliklerle, içki satışına ve sunumuna yeni engeller getiriliyor.
Bütün bunlar gençliği ve toplumu, aşırı içki bağımlılığına karşı korumak gibi nedenlerle açıklanmaya çalışılıyor. Oysa, Dünya Sağlık Örgütü’nün istatistikleri bu gerekçenin pek de inandırıcı olmadığını gösteriyor.
2005 rakamlarına göre, 48 Avrupa ülkesi arasında, Türkiye Tacikistan’dan sonra adam başına en az alkol tüketen ülke. Türkiye’de adam başına yıllık alkol tüketimi 2 litrenin altında. Bu rakam, Yunanistan’da 10 litreye yakın. Bosna’da 9, İspanya ve İsviçre’de 10, Fransa’da 14 litre.
Son

Yazının Devamı

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru

14 Ocak 2011

Son anayasa değişikliği ile Türkiye, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkını kabul etti. Anayasa’nın 148. maddesine eklenen bu konuyla ilgili paragrafta şöyle deniyor: “Herkes, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir...”
Bundan da anlaşılacağı gibi, AYM’ye başvurabilmek için ihlal edildiği iddia edilen hakkın hem Anayasa’da, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alması gerekiyor.
AYM’lere başvuru hakkı, bireyin hak ve özgürlükleri bakımından ek bir güvence sağlayan ve birçok devlet tarafından kabul edilen bir yol. Öte yandan yeni bir iç yargı yolunun kurulmasıyla, Türkiye’den AİHM’ye yapılan başvuruların sayısında da önemli bir azalma olabilir.

Yeterli ve etkili yargı yolu
Ancak bunun için, AİHM’nin, AYM’yi etkili ve yeterli bir iç yargı yolu olarak kabul etmesi gerekir. AİHM, AYM’nin etkili ve yeterli bir yargı yolu olmadığına karar verirse, o zaman AYM’ye gitmeden doğrudan AİHM’ye başvurma olanağı var. İç yargı yolunun etkili ve yeterli olduğunu göstermek ilgili devlete düşüyor. Örneğin,

Yazının Devamı

TUTUKLULUK, AİHM VE 90. MADDE

10 Ocak 2011

Anayasa, bir devletin temel düzenini belirleyen kurallar bütünü. O nedenle, tüm hukuk kurallarının üstünde. Yasama, yürütme, yargı organları bakımından bağlayıcı. Yasama, yürütme, yargının tüm işlemleri anayasaya uygun olmak zorunda.
Türkiye, 2004 yılında Anayasa’sının 90. maddesinde değişiklik yaparak şöyle bir tümce ekledi: “...temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”
Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 90. madde kapsamına giren uluslararası anlaşmalardan belki de en önemlisi. Sözleşme’yi yorumlayan ve uygulayan AİHM’nin 60 yıllık içtihadı Sözleşme ile bir bütün oluşturuyor. Türkiye, 90. maddeye getirdiği değişiklikle, Sözleşme’yi ve AİHM içtihadını kendi ulusal hukukunun bir parçası yaptı. Normlar hiyerarşisinde, AİHM kararlarına ulusal yasalarına göre öncelik tanıdı. Bu değişiklik şu sonuçları doğurdu:
a. Yasama ve yürütme organları, yasa yaparken AİHM kararlarını göz önünde bulundurmak, bu kararlara aykırı düşecek yasa çıkarmamak zorunda.
b. Yargı organları, kendiliklerinden AİHM kararlarını

Yazının Devamı