Sessiz demokrasi

13 Aralık 2010

Öğrencilerin protesto eylemleri ciddi bir olay. Protestoları “ileri demokrasiyi hazmedemeyenlerin işi” olarak nitelemek, arkasında örgütler aramak, öğrencilere omlet yapmayı ve derslerine çalışmayı tavsiye etmek, ya da yukarıdan bir bakışla “biz de bu yollardan geçtik, biliriz” diye başlayan ve nasıl iyi çocuk olunacağını öğreten öğütler vermek olayın hiç anlaşılmadığını gösteriyor. Hele polisin öğrencilere orantısız güç kullanmasını haklı göstermeye çalışmak çok yanlış bir tepki. Olayları alevlendirmekten başka bir sonuç vermez.
SBF’deki son yumurta olayından sonra savcılık soruşturma açmış. Asıl kız öğrencinin karnındaki bebeği tekmeleyerek öldürenler hakkında soruşturma açılması gerekmez mi?
Bunların yerine, öğrencileri dinleyerek ne istediklerini anlamaya çalışmak daha önemli. Ancak, böyle bir sureci başlatmak için herseyden önce, öğrenci eylemlerinin arkasında gizli güçler olmadığını, protestoların bir araç değil, kendi başına bir amaç olduğunu kabul etmek gerekir.
Öğrenciler ne istiyor? Öğrencilerin eylemleri demokrasi ve özgürlük merkezli. Bunun birkaç yönü var. Öğrenciler kendileriyle ilgili kararlara katılmak istiyorlar. Üniversitelerin yönetiminde söz sahibi olmak

Yazının Devamı

İnsan hakları gününde Türkiye’den manzaralar

10 Aralık 2010

Bugün insan hakları günü. İnsan hakları, insanların insan oldukları için sahip bulundukları haklar. Bu haklara tüm insanlar eşit olarak sahipler. Bu haklardan vazgeçilemez. Bu haklar insanların ellerinden alınamaz. İnsan için yaratılan devletin en başta gelen amacı, vatandaşlarının insan haklarını korumak. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1.maddesi, devletlerin Sözleşme’de yazılı hak ve özgürlükleri, yetki alanı içindeki herkese sağlamakla yükümlü olduğunu belirtir.
Hannah Arendt, insanın özgür doğmadığını, fakat “özgürlük için” doğduğunu söyler. İnsan varlığının en belirgin özelliği olarak, insanın yaptığı etkinliklerle özgürleşmesini gösterir.
Bireylerin düşüncelerini serbestçe ifade etmeleri, serbestçe toplantı yapmaları, insanı özgürleştiren etkinliklerin başında gelir. Siyasal iktidar, kendisini protesto etmek isteyen öğrencileri kaba kuvvetle susturuyorsa, üstlerine biber gazı sıkıp copla dövüyorsa, kente girmelerini bile yasaklıyorsa, o ülkede insan hakları ve demokrasi açısından çok ciddi bir sorun var demektir. Gazetelerde yayımlanan polisin ayakları altındaki kız öğrencinin resmi gerçekte Türkiye’deki insan haklarının resmi. Bir ülkede demokrasi ve insan

Yazının Devamı

Basın özgürlüğü ve Wikileaks

6 Aralık 2010

Wikileaks belgeleri basın özgürlüğü ile ilgili yeni bir tartışma başlattı. Gizli belgelerin gazetelerde yayımlanması basın özgürlüğüne girer mi? Yoksa, bu yayınların durdurulması mı gerekir?
ABD Senatosu Güvenlik Komitesi Başkanı Lieberman, ABD Yönetimi’ne Wikileaks’i kapatma yetkisi veren bir yasa tasarısı hazırlamış. Ancak, yasanın kabul edilme olasılığı yok. Bu girişim, Çin’in Google’ı sansür etmesine benzetiliyor. ABD, Çin’in bu çabalarını kınamıştı.
Wikileaks belgeleri basın özgürlüğüyle ilgili bir temel sorunu su yüzüne çıkarttı. Devletin çıkarları ile halkın kamuoyunu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olma hakkı arasında nasıl bir denge kurulacak? Birçok devlette, içeriği ne olursa olsun, gizlilik derecesi taşıyan belgelerin yayınlanmasını suç sayan yasalar var. Bu yasalar basın özgürlüğü ile ne ölçüde bağdaşıyor?
Wikileaks olayında, konu diplomatik yazışmalar olduğundan, bu dengenin kurulması büsbütün güçleşiyor. Büyükelçilerin bulundukları ülke ile ilgili düşüncelerini, bunların açıklanacağı kaygısı olmadan serbestçe yazabilmeleri görevlerinin gereği. Büyükelçiler düşündüklerini, topladıkları bilgileri serbestçe yazamazlarsa bundan ikili ilişkiler etkilenir.

Yazının Devamı

Wikileaks ve hukuk

3 Aralık 2010

Wikileaks’in açıkladığı belgeler ABD büyükelçiliklerinin Washington’a yazdıkları kripto telgraflarla ilgili. Bu telgraflarda ABD büyükelçilerinin bulundukları ülke ile ilgili değerlendirmeleri, o ülkenin ileri gelenleri hakkındaki görüşleri yer alıyor. Türkiye ile ilgili telgraflarda yazılanlar da, tüm dünyadaki diplomatik misyonların ülkelerine gönderdiği bilgilerden farklı değil. Türkiye’nin büyükelçiliklerinden de Ankara’ya benzer telgraflar gönderilmesi olası.
Sn. Başbakan Wikileaks belgelerinin Türkiye bölümünde yazılanlara çok kızdı. Bunlarla ilgili olarak yargı sürecini başlatacağını söyledi.
Bu konu ile ilgili olarak hukuk açısından mevcut seçenekleri şöyle özetleyebiliriz:
1- Telgraflarda imzaları bulunan ABD büyükelçilerine karşı tazminat davası açılması: Diplomatların görevlerini yapabilmeleri için bulundukları ülkede ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanmaları eski ve köklü bir uluslararası hukuk kuralı. Diplomatların ayrıcalık ve bağışıklıkları 1961 Viyana Sözleşmesi ile düzenleniyor. Sözleşme’nin 31. maddesi, diplomatların bulundukları ülkenin mahkemelerinin yargı yetkisi dışında olduklarını belirtiyor. Sözleşme’ye göre diplomatlar tutuklanamazlar, tanık olmak

Yazının Devamı

Büyük kulak

29 Kasım 2010

Türk hukukunda telefon dinlemelerinin iki yasal temeli var. Birincisi, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 135. madde. Bu madde gereğince yapılan dinlemelerde,”kuvvetli şüphe sebepleri” ve “başka surette delil elde edilmesi imkânının bulunmaması” koşulları aranıyor. Başka bir yasal temel ise, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun (PVSK) ek 7. maddesi. Suç islemenin önlenmesi amacıyla yapılan bu dinlemelerde yukarıdaki koşullar aranmıyor. Bir kişinin suç işlediği konusunda “kuvvetli şüphe sebebi” bulunmasa bile, yargıç kararıyla “önleme dinlemesi” yapılabiliyor.
“Önleme dinlemeleri”, suç işlemeyen kişiler için geçerli olduğundan, şimdiye dek mahkemelerde kanıt olarak kabul edilmiyordu. Ancak, Erzurum Savcısı Osman Sanal’ın, PVSK ek 7. maddesinde öngörülen “önleme dinlemelerinin” kanıt olarak kabul edilmesi için Yargıtay’a başvurduğu, Gökçer Tahincioğlu’nun 22 Kasım tarihli Milliyet’teki haberinde yer alıyor.
“Önleme dinlemeleri”nin mevcut durumuna, Türk hukuk sisteminin bir parçası olan AİHM kararları açısından baktığımızda, PVSK 7. maddesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile uyum içinde olmadığı görülüyor.
AİHM’nin bu konudaki temel kararı Malone/İngiltere (1984). Bu kararda yer

Yazının Devamı

Naipaul’u neden istemiyoruz?

26 Kasım 2010

Çabalar başarılı sonuç verdi. Sonunda Nobel ödüllü yazar Naipaul, İstanbul’da düzenlenen Avrupa Yazarlar Parlamentosu toplantısına katılmaktan vazgeçtiğini açıkladı. Naipaul’un kararının nedeni, İslam dinine ilişkin görüşleriyle ilgili olarak Türkiye’de açılan kampanya. Naipaul katılmama gerekçesini, konunun “Türk medyasında politiğe edilmiş olmasının, etkinliğin asıl amacını ve bir edebiyatçı olarak yapacağım katkıyı gölgelemesi” olarak açıklıyor.
Gerçekte Naipaul’a yapılan Orhan Pamuk’a yapılanlardan farklı değil. Orhan Pamuk da Nobel ödülünü kazandıktan sonra, Ermeni katliamı ile ilgili sözlerine gösterilen tepki, aldığı tehditler yüzünden Türkiye’den uzaklaşmak zorunda kalmıştı. İkisi de aynı sendromun ürünleri. İstemediğimiz şeyleri söyleyenleri, farklı düşünenleri Türkiye’de barındırmıyoruz.
Naipaul ne diyor? İslam dinini sonradan kabul eden, Arap olmayan halkların kendilerini sürekli olarak kanıtlama gereğini duyduklarını, kraldan fazla kralcı olduklarını söylüyor. İslam dinini sevmiyor ve sert bir biçimde eleştiriyor. Eleştirilerinin çoğunun haksız olduğunu düşünebiliriz.
Düşünceyi ifade özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğü çoğu kez çatışan özgürlükler. Bu iki temel

Yazının Devamı

Türkiye’de din özgürlüğü

22 Kasım 2010

Avrupa Parlamentosu’nun çatısı altında 16-17 Kasım tarihlerinde “Din Özgürlüğü-Türkiye’nin AB’ye Uzanan Köprüsü” adlı bir seminer yapıldı. Başlıktan da anlaşılacağı gibi, seminer Türkiye’deki din özgürlüğünü AB üyeliği ile ilişkili olarak ele aldı.
Dinsel giysilerini savurarak dolaşan din adamları, Türkiye’deki dinsel azınlıkların temsilcileri, Aleviler, Protestanlar, Süryaniler, Avrupa Parlamentosu milletvekilleri, hükümet temsilcileri, yerli ve yabancı bilim adamları, gazetecilerin katıldığı seminer ilginç olduğu kadar renkli bir dinler ve inançlar toplantısı idi.
Türkiye’nin eleştirildiği bu tur toplantılara genelde üst düzey katılım olmaz. Oysa bu kez, toplantıya AB’den sorumlu Devlet Bakanı Sn. Egemen Bağış katıldı. Yumuşak bir üslupla dengeli güzel bir konuşma yaptı. Sayın Bakan’ın katılımı ve konuşması dinleyiciler üzerinde olumlu bir izlenim yarattı. Toplantıda Türkiye aleyhine olan havayı yumuşattı.
Brüksel’de bu toplantı sürerken, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2010 Uluslararası Dinsel Özgürlük Raporu yayınlandı. Raporun Türkiye bölümünü toplantıda konuşulanlarla birlikte ele alınınca, Türkiye’deki dinsel özgürlüğün resmi ortaya çıkıyor.
Türkiye’yi iyi tanıyan

Yazının Devamı

Yeni CHP

19 Kasım 2010

Sn. Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı ile CHP bir dönüm noktasına geldi. Parti ya kendisini yeniden tanımlayacak, yeni bir kimlikle seçmenin karşısına çıkacak ya da eski CHP üstüne bir cila vurularak siyaset pazarına sürülecek.
Cumhuriyet’in kurucusu olan bir partinin köklü bir değişimle yeni bir kimlik kazanması elbette sancılı bir süreç. Bir yandan Cumhuriyet’in temel değerlerini korumak, öte yandan bu değerlere Türkiye’nin ve dünyanın değişen koşullarıyla uyumlu yeni bir anlam kazandırmak kolay bir iş değil. Ancak, CHP yeni lideri ve birikimiyle bunu başarabilecek potansiyele sahip.
CHP’nin bulunduğu nokta ile Türk toplumunun yol kavşağı kesişiyor. Türkiye, önümüzdeki on yıl içinde otoriter bir siyasal rejimle yönetilen, toplumsal yaşama cemaatlerin egemen olduğu, vahşi bir neo liberalizme terk edilmiş, Sünni Müslüman bir Ortadoğu devleti olmakla, çağdaş, demokratik, laik, eşitlikçi, bireysel hak ve özgürlüklerin korunduğu, hukuk devleti ilkelerinin geçerli olduğu bir devlet olmak arasında bir yol ayırımında. CHP’nin yeni bir toplum modeli sunması ve halk kitlelerini bu modeli benimsemeye ikna etmesi, Türkiye’nin hangi yolda yürüyeceğini de kararlaştıracak.
CHP’nin bu

Yazının Devamı