Çok bilinen “Kör Adamlar ve Fil” adli eski bir Hint masalı vardır. Altı kör, bir file dokunarak nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışır. Her biri fili değişik bir biçimde algılar. “Ergenekon” adı verilen dava da böyle. Herkes kendi ideolojik penceresinden baktığından, aynı şeye bakıp farklı şeyler görüyor. Davanın gerçekten ne olduğu ise yargı kararıyla belirlenecek.
Bu aşamada olsa olsa mevcut usul hatalarından söz edebiliriz. “Dava öylesine önemli ki usule ilişkin eksiklikleri ön plana çıkarırsak, sorunun esasını gölgeleriz” gibi bir yaklaşım, “Önemli işlerde hukuku bir yana bırakalım” demekle aynı şey. Oysa hukuk usul kurallarından doğdu. Devletler önce, tarafların karşılıklı olarak şikâyetlerini dile getirdiği ve devletin atadığı bir görevlinin bunları dinleyip karar verdiği bir forum kurdular.
Hukukun üstünlüğü, adalet gibi kavramlar yüzyıllar boyunca yargı dediğimiz bu forumdaki birikimin sonuçları. Gerçek ve doğruya giden yol buradan geçiyor. Adil yargılama kavramı bir dizi usul kuralından oluşuyor.
“Ergenekon” davasında yargılamanın adil olup olmadığına karar vermek için yargı sürecinin sona ermesini beklemek gerekir. Soruşturma aşamasındaki bazı hatalar yargı sürecinde düzeltilebilir. Örneğin, yasaya uygun olmayan telefon dinlemelerinden elde edilen kanıtlar, yargıç tarafından dikkate alınmamalı. Ceza Muhakemeleri Kanunu da bunu öngörüyor. Ancak, kanıt niteliği olmayan konuşmaların iddianamede yer alması özel yaşamı ihlal ettiğinden, bu konuda AİHM’ye başvurulabilir.
Tutukluluk ve makul kuşku
Gizli tanıklar konusunda da mahkemenin bu tanıkların dinlenmesi sırasında savunma hakkının ve “silahların eşitliği” ilkesinin zedelenmemesi için ne gibi önlemler alacağı önemli. Henüz o aşamada değiliz.
İçinde bulunduğumuz aşamadaki en önemli sorun, tutukluluk konusu. Her şeyden önce tutukluluk makul bir kuşkuya dayanmalı. Yoksa tutukluluk hukuka aykırı olur. Başka bir deyişle, savcının elinde objektif bir gözlemciyi, tutuklanan kişinin suç işlediği konusunda inandırmaya yeterli veriler olmalı. Ergenekon’daki gözaltına alınmaların böyle verilere dayanıp dayanmadığını bilmiyoruz. Ancak, gözaltına alınan birçok kişinin bir suçlama yöneltilmeden serbest bırakılmaları kuşkular doğuruyor.
Tutuklu kişi mahkûm olana dek masum kabul edilir. Tutukluluk aynı zamanda özgürlüğü sınırlandırarak, insan yaşamının geri gelmeyecek bir bölümünü alır. O nedenle, tutukluluğun sürdürülmesi için kuşku yeterli değil. AİHM, tutukluluğun sürdürülmesinin kaçma, kanıtları karartma, tanıklar üzerinde baskı yapma gibi somut nedenlere dayandırılmasını istiyor. Yargıcın, kararında bu nedenleri açıkça belirtmesi gerekiyor.
Sonraki aşamada AİHM tutukluluk süresinin makul olup olmadığını inceliyor. Bu çerçevede ilgili makamların gerekli özeni gösterip göstermediğine bakıyor.
AİHM’ye getirilebilir
Moişeyev/Rusya davasında (9.10.08) AİHM şöyle der: “Tutuklulukta karine serbest bırakılma lehinedir. Sözleşme’nin 5/3 maddesi yargı makamlarına kuşkuluyu makul bir sürede yargılamak ile serbest bırakmak arasında bir seçim vermez. Mahkûm olana dek, kuşkulu masum sayılmalıdır. Maddenin amacı, tutuklama makul olmaktan çıkınca kuşkulunun geçici de olsa serbest bırakılmasıdır.” Aynı davada AİHM, ulusal mahkemenin kuşkulunun kaçma tehlikesi olduğu görüşünün somut verilerle desteklenmediğini belirtiyor ve Rusya’nın, Sözleşme’nin 5. maddesini ihlal ettiği sonucuna varıyor.
Tutuklulukla ilgili sorunlar, tutukluluk sürerken ya da tutukluluk sona erdikten 6 ay içinde AİHM‘ye getirilebilir. Tahliye talebinin reddi ya da yargıcın kendiliğinden verdiği tutukluluğun devamı kararı nedeniyle iç yargı yolu zaten tüketilmiş bulunmakta.
Hukuk ve insan hakları ideolojik pencerelere sığmayacak kadar önemli.