Bu yıl ağır hasta olmalarına karşın tahliye edilmeyen 6 hasta mahkûm cezaevinde öldü. Bu hastaların çoğu kanserli. Cezaları ertelense, daha iyi tedavi olanakları bulacaklar, belki yaşam süreleri uzayacaktı.
Cezanın infazının hastalık nedeniyle ertelenmesine İnfaz Yasası’nın 16. maddesi izin veriyor. Buna göre, hapis cezasının infazı, mahkûmun yaşamı için tehlike oluşturuyorsa, mahkûm iyileşinceye kadar ertelenebiliyor. Ancak, bunun için Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da onaylanan bir rapor gerekiyor. Savcı bu rapora dayanarak karar veriyor. Başka bir deyişle, sorumluluk Adli Tıp Kurumu’nda.
Raporlar çelişki içinde
Şimdi sırada Güler Zere var. Güler Zere bütün Türkiye’nin gözü önünde sönen bir mum ışığı. Kendisi kanser. Hastalık vücuda yayılmış. Tedavi edildiği Çukurova Tıp Fakültesi, yaşamının ağır risk altında olduğunu, hastanenin mahkûm koğuşunun bile yaşam riski oluşturduğunu belirten rapor veriyor. Buna karşın, İstanbul Adli Tıp Kurumu, infazın devam edilmesini uygun buluyor. Üniversite hastanelerinin resmi değerlendirmeleri ile Adli Tıp Kurumu’nun raporları sürekli bir çelişki içinde. Bunu anlamak olanaksız.
Bu raporu verenler rahat uyuyabiliyorlar mı bilemiyorum, ama önemli olan toplumun rahatsızlık duyması. Bu bakımdan sivil toplum örgütlerinin tepkisi önemli.
Fransa mahkûm oldu
Bu gibi olaylarla ilgili çok sayıda AİHM kararı var. Mouisel/Fransa (2002) kararında, 15 yıl hapse mahkûm olan Mouisel, 1999 yılında cezaevinde kansere yakalanır. Cezasının ertelenmesi istemi önce kabul edilmez. 2001 yılında yargıç, doktor raporlarını dikkate alarak mahkûmun cezasını 2005 yılına dek erteler.
Mouisel’in AİHM’ye yaptığı başvuru, kansere yakalandığı 1999 yılından tahliye edildiği 2001 yılına kadar geçen dönemi kapsar. Başvurucu, bu dönem içinde kanser tedavisi görürken cezaevinde kalmasının işkence ve kötü muameleye girdiğini ileri sürer.
AİHM’nin yanıt aradığı soru şu: Başvurucunun sağlık durumu cezaevinde kalmasıyla bağdaşır mı? AİHM bu soruya yanıt verirken şu öğeleri dikkate alır: Cezaevinde kanser tedavisinin güçlükleri, başvurucunun ruhsal durumu, hastanın durumunun giderek kötüleştiği yolundaki doktor raporları, bütün bunlara karşın hiçbir önlem alınmaması, hastaneye götürülürken kelepçe takılması.
Bütün bu öğelerin ışığında, AİHM kararında, Fransız makamlarının, başvurucunun hastalığının gerektirdiği önlemleri yeterince almadıklarını, bu koşullarda cezaevinde kalmasının insanlık onuru ile bağdaşmadığını, cezaevinde bulunmanın, kanser tedavisi görmenin ötesinde bir acıya yol açtığını belirtti.
Başvurucunun bu koşullarda cezaevinde kalmasının insanlık dışı ve küçük düşürücü muamele oluşturduğuna ve Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi. Fransa’yı 15 bin euro manevi tazminata mahkûm etti.
Tekin Yıldız davası
AİHM Tekin Yıldız/Türkiye (2006) davasında, açlık grevi nedeniyle Wernicke-Korsakoff hastalığına yakalanan ve tedavisi için cezası ertelenen başvurucunun, bir süre sonra Adli Tıp raporu nedeniyle yeniden cezaevine gönderilmesinin, 3. maddenin ihlalini oluşturduğuna karar verdi. Kararda AİHM, Adli Tıp Kurumu Yasası gereğince, Adli Tıp raporlarına sadece yargıç ve savcıların itiraz hakkının bulunmasını eleştirdi. Yasanın, hasta mahkûmun da rapora itiraz hakkının bulunmasına olanak verecek şekilde değiştirilmesini istedi.
Sorumlu olan devlet
İnsan yaşamı dünyadaki en değerli şey. Cezaevindeki bir insanın yaşamı daha az değerli değil. Tersine, cezaevinin olumsuz koşullarında, ölümcül bir hastalığa yakalanan mahkûmun daha çok özene, daha dikkatli bakıma gereksinmesi var.
Cezaevi koşullarında bu sağlanamıyorsa, cezanın ertelenmesi gerekir. İşlenen sucun ağırlığı ile hastanın tedavisi için gereken koşulların yaratılması arasında bağlantı olmamalı. Dev-let denetimindeki bir mahkûmun yaşamından devlet sorumlu.
Devletin bu konuda göstereceği dikkat ve özen, insan yaşamına verdiği önemin de bir göstergesi.