BM Güvenlik Konseyi 9 Haziran 2010 tarih ve 1929 sayılı kararla, Türkiye ve Brezilya’nın olumsuz ve Lübnan’ın çekimser oyuna karşı 12 olumlu oyla İran’a yaptırımlar uygulanmasını kabul etti. Karar, İran’ın nükleer programından duyulan kaygıların bir sonucu. Uluslararası toplumla İran arasındaki çekişmenin yeni bir aşaması.
Güvenlik Konseyi İran’a ilk kez yaptırım uygulamıyor. Ancak son kararla yaptırımlar hem daha geniş, hem de daha belirgin bir nitelik kazandı. Güvenlik Konseyi’nin 2006’dan bu yana her yıl bir yaptırım kararı alması, yaptırımların etkili olmadığını gösteriyor.
Son Güvenlik Konseyi kararına iki temel kaygı yol açtı.
Birincisi, İran’in Kum kenti yakınında yeni bir uranyum zenginleştirme tesisi kurduğunun ortaya çıkması. İran’in bu tesisle ilgili olarak Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (UAEA) bilgi vermemesi, Nükleer Silahların Önlenmesi (NSYO) Antlaşması‘ndan ve UAEA ile 2003 yılında yaptığı anlaşmadan doğan yükümlülüklerini ihlal ediyor. Güvenlik Konseyi kararlarına da aykırı. Tesisi denetleyen UAEA uzmanları raporlarında, İran’ın bazı önemli soruları yanıtsız bıraktığı, tesisin nükleer silah yapımı amacına hizmet etmediğinin söylenemeyeceğini belirtiyorlar.
İkinci kaygı, Güvenlik Konseyi kararlarına karşın, İran’ın şubat ayında yeniden uranyum zenginleştirmeye başlaması. Yüzde 20 zenginleştirerek nükleer bomba için gerekli eşiğe yaklaşması. UAEA’ya göre, İran 2400 kiloluk zenginleştirilmiş uranyuma sahip.
1929 sayılı karar bu kaygıları karşılamak amacıyla hazırlanmış. Karar, BM Şartı’nın yedinci bölümü yani Barışa Tehdit çerçevesinde alındığı için bütün devletler bakımından bağlayıcı nitelik taşıyor. Karara olumsuz oy vermiş olmak kararın bağlayıcılığını etkilemiyor.
Karar üç bölümden oluşuyor.
Birinci bölümde, İran’ın NSYO Antlaşması’ndan doğan yükümlülüklerine uyması, UAEA ile işbirliği yapması, uranyum zenginleştirme tesisi yapımını, zenginleştirme sürecini durdurması öngörülüyor. İran’in balistik füzelere sahip olması yasaklanıyor.
İkinci bölüm, İran’a uygulanacak yaptırımlardan oluşuyor. Yaptırımlar oldukça geniş. Devletlerin İran’a silah satmaları yasaklanıyor. İran’a nükleer madde ve malzeme gönderilmesinin önlenmesi için bir denetim sistemi kuruluyor. İran’a giden ve kuşku duyulan gemiler açık denizde durdurularak denetlenebilecek. İran’ın uluslararası bankacılık sistemi aracılığı ile nükleer faaliyetlerini finanse etmesini önleyecek önlemler getiriliyor. Yaptırımları denetleyecek ve uygulayacak bir komite kuruluyor.
Üçüncü bölümde ise, güven artırıcı önlemler yer alıyor. İran ile yeniden diyaloga başlanması öngörülüyor. Tahran’daki araştırma reaktörüne yakıt sağlanması konusunda UAEA’nın anlaşma önerisi destekleniyor.
Tahran Araştırma Reaktörüne yakıt sağlanması, Türkiye, Brezilya, İran arasındaki takas anlaşmasının da konusu. Ne var ki, üçlü anlaşmaya kararın içinde, güven artırıcı önlemler bağlamında değinilmiyor. Anlaşmaya, kararın giriş paragraflarında zayıf bir atıf yapılıyor. Giriş paragraflarının birinde, İran’ın nükleer programının salt barışçı amaçlarla yürütülmesi için diplomatik çabaların önemine değinildikten sonra, “Bu bağlamda, Tahran Araştırma Reaktörüne ilişkin olarak Türkiye ve Brezilya’nın İran’la bir anlaşma sağlama çabaları bir güven artırıcı önlem olabilir” deniyor.
Üçlü anlaşma kuşkusuz önemli bir adım. Ancak uluslararası toplumun İran’ın nükleer faaliyetlerinden doğan kaygılarını karşılamakta yetersiz. Üçlü anlaşma uygulansa bile, İran uranyumu zenginleştirmeyi sürdürecek.
Güvenlik Konseyi’nde konuşan İngiltere temsilcisi, Türkiye ile Brezilya’nın ‘iyi niyetli’ olarak nitelendirdiği çabalarına atıf yaparak “Ancak, İran’ın bu çabaları, Güvenlik Konseyi’nin kararlarını çiğnemeyi haklı göstermek için kullanmasını kabul edemeyiz” diyor.
Bundan sonra ne olacak? Güvenlik Konseyi kararı ile üçlü anlaşma arasında çelişki yok. Ancak üçlü anlaşmanın uygulanması İran’a uygulanacak yaptırımları etkilemeyecek. İkisi ayrı konular. Biri güven artırıcı önlem, öteki İran’in nükleer silahlara sahip olmasını önlemeye yönelik önlemler.
Sorun, İran’in uluslararası topluma nükleer silahlara sahip olmayacağı konusunda güven verememesinden kaynaklanıyor. İran bu konuda güvence veremediği sürece Türkiye’nin, İran’a kefil olmanin bedelini ödemek zorunda kalması riski var.