Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Referandum öncesi ortalığı öylesine bir toz duman kapladı ki, neyin doğru olduğuna karar vermek iyice güçleşti. İşin kolayına kaçıp “ben bu lidere ya da partiye güveniyorum. Onlar ne derse doğru odur” demek var. Buna karşılık kararlarını kendi veren bir bireyseniz, anayasa değişikliklerine akılcı, nesnel bir yaklaşımla bakıp, ona göre oy verirsiniz. Konuya böyle yaklaşırsanız, sizin gibi düşünmeyenlere “darbeci”, “vesayetçi”, “vatan haini”, “aklından zoru var”, “ahlak zafiyeti içinde” gibi nazik sıfatlar kullanmak gereğini duymazsınız.
Anayasa değişikliklerine bu açıdan bakınca şunları görüyoruz:
Meclis’te çoğunluğa sahip olan siyasal parti topluma danışmadan bir anayasa değişiklik paketi hazırladı. Değişikliklerin katılımcı bir yöntemle hazırlandığı ve toplumsal mutabakatı yansıttığı söylenemez. Siyasal iktidarın kendi ideolojisine göre bir toplum yaratmak amacıyla, tepeden inme, toplum için neyin doğru olduğuna karar veren paternalist bir metinle karşı karşıyayız. Bu yöntem 1982 Anayasası’ndan farklı değil. Anayasa bir birlikte yaşama belgesi olması gerekirken, bu anayasa tasarısı toplumdaki kutuplaşmayı keskinleştirdi.
Bunun yanında, iktidar halka referanduma sunulan ve aralarında hiçbir bağlantı olmayan maddeler arasında bir seçim yapma, beğendiklerine “evet”, beğenmediklerine “hayır” demek olanağını tanımadı. Paketin tümü için tek bir oy kullanılmasını öngörerek halkın iradesini sınırladı.
Bunlardan iktidarın amacının, karşılaştığı güçlükleri ortadan kaldırmaya yönelik bir anayasa hazırlamak olduğu sonucuna ulaşıyorsunuz.
O zaman 12 Eylül’e karşı çıkıldığı savı pek inandırıcı olmuyor. Amaç bu olsaydı, toplumsal mutabakata dayalı yeni bir anayasa yapmak için, hiç olmazsa bir çaba gösterilmez miydi? Yeni bir anayasa için toplumda bir görüş birliği var. Değişiklik metnine bakıyorsunuz, 12 Eylül ile ilgili tek madde geçici 15 maddenin kaldırılması. Zaman aşımı nedeniyle 12 Eylül’cüler yargılanamayacağından bu da uygulamada bir sonuç doğurmayacak. 12 Eylül Anayasası’nın ürünü olan YÖK’e, RTÜK’e, Adalet Bakanı’nın HSYK başkanlığına dokunulmaması nasıl açıklanacak? “Kusura bakmayın, bu kez bu kadar oldu” iyi bir gerekçe değil. “Neden bu kadar oldu? Amaç 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmek değil mi” diye sormazlar mı?
Neye oy veriyoruz? Bunun yanıtını yargı ile ilgili maddelerde buluyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin çoğunluğunun iktidar tarafından iş başına getirilmesi, iktidar üzerinde etkili bir yargısal denetim yapılması olanağını kaldırıyor.
HSYK bugünkü haliyle sorunlu. Zaten 12 Eylül Anayasası Adalet Bakanı’nı başkan, müsteşarını da üye yaparak, yargı üzerinde yürütmenin denetimini kurmuş. Yeni anayasayı hazırlayanlar bundan memnun olmalı ki, düzeltecek yerde, Bakan’ın yetkilerini pekiştiriyor. Yeni tasarıya “kurulun yönetimi ve temsili” Adalet Bakanı’na aittir, şeklinde bir cümle eklenmesi her şeyi özetliyor.
Bunları alt alta koyunca ortaya çıkan sonuç, anayasa paketiyle yargının yürütmeye bağımlı hale getirildiği ve kuvvetler ayrılığına son verildiği. Zaten Sn. Başbakan da yeni adli yılın açılışı nedeniyle yayımladığı mesajda bağımsız yargıdan söz etmiyor, onun yerine “adil ve tarafsız bir yargı” sözcüklerini kullanıyor. Bu da yargı bağımsızlığının rafa kaldırıldığını gösteriyor.
Türkiye’yi otoriter eğilimleri giderek belirginleşen bir iktidar yönetiyor. Bunu anlamak için, her şeyi bir yana bırakın, referandum kampanyasına bakmak yeterli. Bu eğilimlere sahip bir iktidarın üstünden yargı denetiminin kalkması bütün gücün tek bir elde toplanması Türkiye’yi hızlı bir biçimde demokrasinden uzaklaştıracak. Bireysel hak ve özgürlükleri otoriter bir iktidar karşısında savunmasız bırakacak.
Referandumdan “evet” çıkması yeni bir anayasa yapılmasını da güçleştirecek. İktidar, referandumda kabul edilen maddelerin dokunulmasına izin vermeyecek. Oysa bu maddeler toplumu bölüyor. Bu maddeler değiştirilmeden, toplumsal uzlaşıya dayalı bir anayasa nasıl yapılabilir? Ancak referandumdan “hayır” çıkması yeni bir anayasanın yolunu açabilir.
Bütün bu nedenlerle daha demokratik, daha özgür bir Türkiye için “hayır” demek kaçınılmaz.