Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi (CEDAW), kadına karşı şiddeti kadının hak ve özgürlüklerden erkekle eşit biçimde yararlanmasını önleyen bir tür ayrımcılık olarak nitelendirir. Kadına karşı şiddetin önlenmesi devletin görevi. Türkiye CEDAW’a 1986 yılında taraf oldu.
1998 yılında Türkiye, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa’yı yürürlüğe koydu. Bütün bunlara karşın, Türkiye’de kadına karşı şiddet yoğun bir biçimde sürüyor.
2009 Ocak ayında yayımlanan, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nce yapılan kamuoyu araştırmasına göre, Türkiye’de eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı yüzde 39. Bunun yüzde 15’i cinsel şiddet. Her 10 kadından biri gebeliği süresince şiddete maruz kaldığını söylüyor. Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı ise yüzde 48.5. Hiç eğitimi olmayan ya da ilkokulu bitirmemiş kadınların yaşadığı fiziksel ya da cinsel şiddet yüzde 56 oranında iken, bu oran lise mezunu kadınlarda yüzde 32, üniversite mezunları arasında ise yüzde 17.

AİHM 3 ayrı ihlal buldu
AİHM’nin 9 Haziran 2009 tarihli Opuz/Türkiye kararının konusu da kadına karşı şiddet. Nahide Opuz ile annesi, Nahide’nin eşi tarafından 7 kere saldırıya uğrarlar. Bazılarında ölümcül yaralar alırlar. 8. saldırıda, koca, eşinin annesini öldürür. Kocaya karşı, savcılık birçok kere soruşturma başlatır. Ancak, Nahide ile annesi korktuklarından şikâyetlerini geri alırlar ve soruşturmaya devam edilmez.
AİHM bu davada 3 ayrı ihlal buldu:
a) Annenin öldürülmesi yaşam hakkının ihlali. AİHM’ye göre Türkiye’deki ilgililer, eşin, Nahide ve annesinin yaşamına yönelik bir tehdit oluşturduğunu bilmelerine karşın gerekli önlemleri almadılar. İlgili makamlar, “aile içi sorun” olarak gördükleri bir olaya karışmak istemiyorlar. Nahide ve annesinin şikâyetlerini geri çekme nedenlerini araştırmıyorlar ve soruşturmayı durduruyorlar. Hükümetin, ilgili makamların daha ileri önlemler almasının, özel yaşamı ihlal edeceği savunmasını AİHM kabul etmedi. Ayrıca, AİHM Türk yasalarının bu gibi suçları şikâyete bağlamasını da eleştiriyor.
b) Nahide’nin uğradığı şiddeti AİHM, “kötü muamele” olarak nitelendiriyor. Bu bağlamda, AİHM cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesinin devletin görevi olduğu konusunda Avrupa’da bir konsensüs bulunduğunu, uluslararası belgelerin de bu yönde hükümler içerdiğini belirtiyor. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa’nın bu olayda uygulanmadığını, savcının talep gelmeden yasayı uygulamasının doğru olacağını söylüyor.
c) AİHM, istatistiklerin Türkiye’de kadınların şiddete maruz kaldıklarını gösterdiğini, Güneydoğu Bölgesi’nde bu oranın arttığını, ayrıca yargı organlarının bu tür olaylar karşısında pasif kalmalarının da ev içi şiddete uygun bir ortam hazırladığını, kadına karşı şiddetin bir tür ayrımcılık olduğunu belirtiyor ve bu nedenle ihlal buluyor.
Kadına karşı şiddet ilk kez bir AİHM kararına konu oluyor. Bu sorun bütün Avrupa’da var. O nedenle, AİHM’nin de belirttiği gibi, karar bütün Avrupa açısından sonuç doğuracak. AİHM kararıyla, devletin kadına karşı şiddeti önleme yükümlülüğü hukuki bir nitelik kazanıyor. Devletlerin bundan böyle, yasal önlemleri yürürlüğe koyma ve uygulamaların etkili olmasını sağlamak konularında hukuki sorumlulukları doğuyor. 

Yasalardaki eksiklik giderilmeli
Türkiye bakımından ise TCK ilgili maddelerindeki ve 4320 sayılı yasadaki eksiklerin giderilmesi ve uygulamaların değiştirilmesi gerekiyor.
Önemli olan bir nokta da şu: AİHM, kararında, aile içi şiddete karşı alınacak önlemlerin özel yaşamı ihlal edeceği savını reddediyor. Aile içi şiddetin önlenmesinde bir kamu çıkarı bulunduğunu kabul ediyor.
Soruna çözüm bulunabilmesi için, Türkiye’de kadına bakış açısındaki kültürel engellerin ortadan kalkması gerekiyor. İşin en güç yanı da bu.