Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemi, insan hakları alanında şimdiye dek yaratılan en etkili koruma mekanizması. B.M. İnsan Hakları Yüksek Komiseri Louise Arbour, AİHM’nin 2008 yargı yılının açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada AİHM’nin, “bütün dünya bakımından bir model oluşturduğunu” söylerken bir gerçeği dile getiriyordu. AİHM, İzlanda’dan Vlodivostok’a kadar uzanan 800 milyon insanın yaşadığı bölgede, ulusal sistemlerin yetersiz kaldığı durumlarda, bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyor. Aynı zamanda, Avrupa kamu düzeninin bir parçası. Verdiği kararlarla Avrupa’da bir ortak hukuk alanı yaratıyor.
Reformlar gerekiyor
AİHM’nin bağlı olduğu Avrupa Konseyi’nin (AK) Delegeler Komitesi’nde Türkiye’nin başarılı büyükelçilerinden Daryal Batıbay’ın AİHM’yi eleştirdiği anlaşılıyor. AİHM büyük bir iş yükü altında eziliyor. 97 bin 300 bekleyen dava var. AİHM’nin daha etkili çalışmasını sağlayacak reformlara gereksinmesi olduğu açık. Bu amaçla reformları içeren ve sözleşmede değişiklik yapan 14. protokol hazırlandı. Türkiye dahil, bütün üye devletlerce onaylanan protokol, sadece Rusya tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmedi.
Bu nedenle uygulanamayan reformların AK Delegeler Komitesi kararı ile yürürlüğe konulması düşünüldü. Türkiye önce buna karşı çıktı. Sonra kabul etti. Büyükelçi Batıbay’ın konuşmasında verdiği mesaj şu: Biz reform önerilerine olan itirazlarımızı kaldırıyoruz. Ancak bu öneriler yeterli değildir. AİHM’nin alması gereken başka önlemler vardır.
Türkiye’nin AİHM sicili
Türkiye’nin AİHM ile ilgili eleştirilerinde haklı olduğu noktalar var. Ancak, Türkiye’nin AİHM siciline de bir göz atmak gerekir. AİHM’de bekleyen 97 bin 300 davadan yüzde 28’i Rusya’ya, yüzde 11’i Türkiye’ye, yüzde 9’u Romanya’ya, yüzde 8.5’i Ukrayna’ya ait. 2008 yılında verilen 1543 karardan 264’ü Türkiye, 244’ü Rusya aleyhine. Son on yılda Türkiye aleyhine 1676 ihlal kararı çıkmış. Türkiye bu rakamla birinci durumda.
Son 10 yılın (1998-2008) istatistiklerine göre, 47 devlet arasında Türkiye yaşam hakkını en çok ihlal eden devlet (63 esastan ihlal, 114 etkin soruşturma eksikliğinden ihlal), en çok işkence ve kötü muamele yapan devlet (161 ihlal),en çok birey özgürlüğünü hukuka aykırı olarak sınırlayan devlet (329 ihlal), en çok haksız yargılama yapan devlet (513 ihlal), en çok düşünce özgürlüğünü ihlal eden devlet (166 ihlal), en çok toplantı özgürlüğünü ihlal eden devlet (26 ihlal), en çok özel mülkiyeti ihlal eden devlet (446 ihlal).
Bu istatistikler karşısında, AİHM’yi nasıl değiştireceğimizden çok, kendimize nasıl çeki düzen vereceğimizi düşünmemiz daha doğru olmaz mı?
Türkiye ile ilgili bu olumsuz tablonun değişik nedenleri var. Yasa değişiklikleri kısmen olumlu sonuçlar verse bile, yanlış uygulamaları ortadan kaldıramıyor. Anayasa’nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle, AİHM kararları ile yasalar arasında çıkacak uyuşmazlıklarda AİHM kararlarının esas alınacağını kabul etmemiz de uygulamada köklü bir değişiklik getirmedi. Örneğin, düşünce özgürlüğüne getirilen sınırlamalarla ilgili TCK maddeleri sürekli değişiyor. Ama sonuçta AİHM’den aynı ihlal kararları çıkmaya devam ediyor. Bunun en önemli nedeni, bireysel hak ve özgürlükleri kendi değer sistemimizin bir parçası olarak görmememiz, bunları içselleştirmemiş olmamız.
İhlaller önlenmeli
Bunun yanında önemli AİHM kararlarının yargı organlarına ve uygulayıcılara Türkçe olarak yeterince ulaştırılamaması, insan hakları konusunda eğitim eksikliği, yeni yasalar yaparken AİHM kararlarını göz önünde bulundurmamamız gibi nedenler var.
AİHM’den şikâyet ederken, devletlerin kendi ülkelerindeki insan hakları ihlallerini önlemeleri durumunda, AİHM’ye giderek gerek kalmayacağını göz önünde bulundurmak gerekir.
Zaten amaç da bu değil mi?