Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran devrimi 20. Yüzyıl’ın en önemli halk hareketlerinden biri. Halkın ayaklanması, sadece halka yabancı, baskıcı, anti-demokratik, her bakımdan çürümüş bir rejime karşı değildi. Aynı zamanda Şah’ın, Batılılaşma siyasetinin reddi, sosyal adalet sağlama ve İslami bir kimlik arama amaçları da vardı.
Ne var ki, Humeyni’nin kurduğu İran İslam Cumhuriyeti de kısa zamanda otoriter, baskıcı, muhalefete izin vermeyen, insan hakları ve demokrasiye yer bırakmayan bir din devletine dönüştü. Şah’ın seküler otoriterliği devrimden sonra dinsel otoriterliğe dönüştü. Humeyni’nin talimatıyla devletin yeni adında ya da anayasada “demokrasi” sözcüğünün kullanılması yasaklandı. Demokrasi, Batı’ya ait bir kavramdı.

İktidar böyle paylaşıldı

Humeyni’nin öğretisi uyarınca, İran’ın yönetimine Şii din adamları egemen oldu. Onları “bazaari” denen esnaf ve tüccar ile kırsal alandan kente göç eden yoksul halk destekliyordu. Alt orta sınıflardan gelip üniversite diploması olanlar bürokrasinin üst kademelerine getirildiler. Başbakan Musavi, Dışişleri Bakanı Velayeti bunlardandı.
Humeyni döneminde, İran toplumunun müslümanlaştırılması süreci başladı. Müzik, dans, alkol yasaklandı. Gece kulüpleri kapatıldı. Devrim mahkemeleri kuruldu. Öğretmenler kitlesel olarak işten atıldı. Üniversitelere zorunlu din dersi kondu.  Basın ve camiler devrim ideolojisini yaymakla görevlendirildi. En büyük baskı kadınlar üzerinde yoğunlaştı. Çok kadınla evliliği yasaklayan yasa iptal edildi. Kadınların başörtüsü takmaları zorunlu hale getirildi. 

Güç primadi ve zirve

Uluslararası Af Örgütü’nün 1993 raporunda, İran’da “siyasal tutuklamaların, işkencenin, adil olmayan yargılamaların, toplu infazların” yaygın olduğu belirtiliyor.
Bu baskıcı rejim ve ekonomik güçlükler halk arasında rejime karşı hoşnutsuzluk doğurdu. Reform isteklerini güçlendirdi. Rejime olan desteği azalttı. Örneğin, bazaari’lerin büyük bir bölümü reformcularla birleşti.
Güç piramidinin tepesinde dinsel lider Ayetullah Hamaney ve Devrim Muhafızları var. Bunlar, rejimin bekçileri. Piramidin ikinci düzeyinde ise seçilmişler yani devlet başkanı, yürütme ve yasama ile yargı var. Devlet başkanlığı için adayların kim olacağına Devrim Muhafızları karar veriyor. 

Yönetim ikileme düştü

Bugün İran’da gördüğümüz halk ayaklanmasının temelinde özgürlük ve demokrasi talepleri yatmakta. Görünüşe bakılırsa, sokakta yürüyenlerin gündelik yaşamlarındaki sıkıntılardan doğan talepleri var. Gençler işsizlikten, özgürlüklerin sınırlanmasından kadınlar baskıdan, “bazaari”ler ekonomik güçlüklerden şikâyetçi.
Bu noktada, yönetimin ikilemi başlıyor. Göstericilerin istekleri kabul edilip temel hak ve özgürlüklere yer verilirse, bunun nerede duracağı, rejimin sonunu getirip getiremeyeceği belli değil. Öte yandan, gösteriler güç kullanılarak bastırılırsa, İran’ın karanlık bir diktatörlüğe dönüşmesi ve rejime karşı muhalefetin güçlenmesi kaçınılmaz. Güç kullanmak rejimin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açacak.
İran’dan gelen haberler, yönetimin güç kullanmak, özel mahkemeler kurmak, yüzlerce muhalifi tutuklamak gibi önlemler alarak kinci yolu seçmeye yöneldiğini gösteriyor. Gösteriler bastırılmış gibi gözükse de en ufak bir fırsatta yeniden başlaması beklenmeli.

‘Tarih Meleği’ ve fırtına

Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti belirli bir toplumsal gelişmenin, bir birikimin ürünleri. Toplum bir noktaya gelince, alttan gelen bu taleplerin büyük fırtınalarla da olsa gerçekleşmesinin önüne geçilemiyor.
Walter Benjamin, Klee’nin ünlü “Tarih Meleği” resmini yorumlarken şöyle der:
“Fırtına meleğin kanatlarını öyle bir şiddetle yakalamıştır ki, melek onları kapatamaz. Fırtına onu, önüne geçilmez bir güçle geleceğe doğru itmektedir. Önünde ise göğe doğru yükselen bir enkaz yığını vardır. Bu fırtına ilerleme dediğimiz şeydir.”
İran’ın tarih meleğinin üstünde giderken tutulduğu fırtına da budur.

Tarih meleğinin kanatları

Klee’nin ünlü “Tarih Meleği”