Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Avrupa Parlamentosu seçimleri Avrupa’da sağın yükselişini, solun gerilemesini ortaya koydu. Avusturya, Hollanda, İngiltere, Macaristan gibi ülkelerde aşırı sağ partiler oylarını artırıp Avrupa Parlamentosu’nda temsil hakkını kazandılar.
En büyük grubu oluşturan Hıristiyan demokrat partiler ise, aşırı sağ seçmenlerin oylarına göz diktiklerinden söylemleri pek farklı değil. Türkiye karşıtlığının bu partilerin seçim kampanyalarında önemli bir yer tutmasının nedeni de bu.
Avrupa Parlamentosu seçimleri, kültürel etkenlere dayanan yeni ırkçılığın Avrupa’da giderek yaygınlaştığının bir göstergesi. Yeni ırkçılık özellikle gençler, işsizler arasında belirgin. Irkçılığın Avrupa’da derin kökenleri var. Ancak yeni ırkçılığın hedefi göçmenler. Afrikalılar, Araplar, Türkler, Müslümanlar. Yahudi düşmanlığında da artış var.
Irkçı akımlar, bu yabancı unsurların ulusal kimliğe yönelik tehditlerine karşı bir korunma tepkisi olarak meşru gösterilmek isteniyor.
Göçmenlerin işlerini ellerinden aldıkları, kamu düzenini bozdukları, kültürel farklılıklar nedeniyle birlikte yaşama olanağı bulunamadığı, toplumun geleneksel kimliğinin yitirildiği kamuoylarında genellikle paylaşılan görüşler. Bu görüşler öylesine yaygın ki, Faulkner’in ABD için söylediği gibi, “Faşist olmamak için siyah olmaktan başka çare yok“ sözleri neredeyse Avrupa için de geçerli olacak.

Türkiye’deki durum ne?
Kültürel ırkçı akımlarda “öteki”nin reddi, toplumun dışına itilmesi ve yok edilmesi isteği yatıyor. Gerçekte, “ötekilik” önceden var olan bir nitelik değil. Irkçı söylemin yarattığı bir elbise. Öte yandan, küreselleşmenin doğurduğu ekonomik sıkıntılar, ulusal kimliklere yönelttiği tehditlerin göçmenlerin yarattığı korkuyla birleşmesi, Avrupa’da ırkçı söylemlerin geniş kitlelerce benimsenmesine yol açıyor.
Peki, Türkiye’de durum nasıl?
Birbirini izleyen üç kamuoyu araştırması var. Prof. Binnaz Toprak’ın “Türkiye’de Farklı Olmak”, Konda’nın “Biz Kimiz?“ ve Prof. Yılmaz Esmer’in “Radikalizm ve Aşırıcılık“ araştırmaları. Bu araştırmalar amaçları ve yöntemleri bakımından farklılıklar gösterse de, bugünkü Türk toplumu hakkında önemli ipuçları veriyor.
Prof. Esmer’in araştırmasına göre, katılanların yüzde 72’si içki içen, yüzde 67’si nikâhsız yaşayan, yüzde 35’i kızı şortla dolaşan, yüzde 75’i Tanrı’ya inanmayan, yüzde 52’si Hıristiyan, yüzde 64’ü Yahudi, yüzde 43’ü Amerikalı birini komşusu olarak istemiyor. En hoşgörüsüz yaş grubu 15-18 yaş arasında.
Konda araştırmasında, kadınlar kolsuz bluz giyip dışarı çıkmamalı diyenlerin oranı yüzde 57. Kadın çalışmak için eşinden izin almalı diyenler ise yüzde 50.
Prof. Binnaz Toprak’ın araştırması, bireyler üzerindeki dinsel baskıları örnekleriyle anlatıyor. Türkiye’nin birçok yerinde dinsel, etnik, cinsel farklılıklar kabul edilmiyor. Bu farklılıklara sahip olanlar dışlanıyor.

Toplum muhafazakârlaşıyor
Bütün bunların gösterdiği bir şey var. Türk toplumu giderek muhafazakârlaşıyor. Prof. Esmer’in araştırması, Türkiye’de insanlar için en önemli değerin din olduğunu gösteriyor. Toplumun muhafazakârlaşmasının AKP iktidarı döneminde, yeni bir orta sınıfın doğmasıyla birlikte hızlandığı bir gerçek.
Toplumun daha tutucu bir nitelik kazanması, cemaatsel değerlerin ön plana çıkmasına ve bu değerleri paylaşmayanlara karşı dışlayıcı, otoriter, baskıcı bir tavrın benimsenmesine yol açıyor.
Geleneksel değerlere tehdit olarak algılanan farklılıkların reddi, farklıların ötekileştirilmesi ve sonra da dışlanması bakımından Avrupa’da yaşanan süreçten pek farkı yok. Fark, Avrupa’daki dışlamanın objesi yabancılar iken, Türkiye’de yabancılar yanında vatandaşları da kapsıyor. Ama ikisi de demokratik bir toplumla bağdaşmayan tutumlar.
Türkiye’de, insanların farklılıkları kabul etmeleri için her şeyden önce cemaatsel yaşamdan çıkıp bağımsız bir birey olarak var olabilmeleri önemli. Ancak bundan sonra karşısındakinin de kendisi gibi, ama kendisinden farklı bir birey olduğunu kabul etmek, onu anlamak mümkün olabilecek.  Birey olarak düşünmeye başlayınca da, mutlak doğruların bulunmadığı, her şeyin göreli olduğu anlaşılacak.
Türkiye’de demokratik zeminde bir toplumsal uzlaşı sağlamanın yolu da bireyselleşmekten geçiyor.