Sn. Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçilmesiyle, CHP’nin “değişim” mi, yoksa “değişiklik” mi sürecine girdiğine karar vermek için biraz beklemek gerekiyor. Kesin olan bir şey varsa, taşlar yerinden oynamış, bir kapı açılmış, bir yol gözükmüştür. CHP’nin bu yeni yolda yürüyüp yürümeyeceğini önümüzdeki dönemde ortaya koyacağı projeler gösterecek.
CHP açılan kapıdan geçerse, yeni bir sosyal demokrat parti doğabilir. Bunun için elverişli bir zemin şimdiden oluşmaya başladı. Sn. Kılıçdaroğlu’nun seçilmesiyle Türkiye’nin gündemi değişti. Toplumsal sorunlar, işsizlik, yoksulluk ön plana geçti. Hükümet bile, bu yeni gündeme ayak uydurmak zorunluluğunu duymaya başladı.
Türkiye’de sosyal demokrasi, dünyadaki sosyal demokrasi hareketinden bağımsız ele alınamaz. Soğuk savaş döneminde, sosyal demokrasi komünizme karşı demokratik bir seçenek oldu. Ancak, Avrupa’da komünizmin yıkılmasıyla sosyal demokrasi bu işlevini yitirdi. Demokratik sol bütün dünyada geriledi. Üstelik, sağ partiler sosyal demokratlarin söylemlerini benimsediğinden, sosyal demokrat partilerin sağ partilerden pek farkı kalmadı.
Ancak, son küresel mali kriz, aynı zamanda büyük bir sosyal krize de yol açtı. Her yerde, işsizlik önemli boyutlara ulaştı. Hiper liberalizm, büyümenin yarattığı zenginliğin paylaşılmasında, emek ve sermaye arasında büyük bir dengesizlik doğurdu. Kriz yapısal nitelikte olduğundan dalgalanmalar bitmiyor. Dalgalanmaların en son örneği,Yunanistan ve Euro bölgesinde olup bitenler. Sorun, kaostan nasıl bir düzenin ortaya çıkacağı.
Yeni uluslararası ekonomik düzende, sol politikalar önemli bir rol oynayacağa benziyor. İçinde yaşadığımız kriz, belki daha eşitlikçi, daha demokratik, doğanın dengesini koruyan bir uluslararası düzenin habercisi. “Davos ruhu”na karşı “Porto Alegre” ruhu yeni bir denge unsuru olarak ortaya çıkıyor.
Türkiye’de, 1970’lerdeki sol anlayışı 2010 yılında uygulama olanağı yok. Bugün sosyal demokrasi, bireyin potansiyelinin geliştirilmesi için ortam hazırlayan, bireysel hak ve özgürlükleri koruyan bir hareket. Türkiye’deki solun, dünyadaki gelişmelerden etkilenmesi doğal. Ancak, Türkiye’de solun üstünden bir de 12 Eylül darbesi geçti. O nedenle Türkiye’de solun toparlanması, siyaset sahnesine çıkması uzun bir zaman aldı.
Küresel mali krizin Türkiye’ye “teğet” geçip geçmediği bir yana, gerçek o ki, çalışabilir nüfusun yüzde 20’si işsiz. Yoksulluk diz boyu. Bir milyon insanın açlık ve yoksulluk içinde yaşadığı tahmin ediliyor. Böyle bir tabloda sosyal demokrat bir partiye büyük sorumluluklar düşüyor.
Türkiye’de siyasetin, insanların iradeleri dışında, doğuştan edindikleri din, etnik köken gibi özelliklerle sınırlı bir alana sıkıştığını sanmıyorum. Türk insanının kendisine daha adaletli, daha güvenlikli, daha varlıklı bir gelecek vaat eden, bunun gerçekleşebileceğini, kendisiyle iletişim kurarak inandırıcı bir biçimde anlatan siyasal partilere oy verdiğini geçmiş deneyler gösteriyor.
Türkiye’deki bir sosyal demokrat partinin işi Avrupa’dakilerden daha güç. Avrupa’da demokrasi üzerinde görüş ayrılığı olmadığı için sosyal demokrat partilerin toplumsal sorunlara odaklanmaları daha kolay. Oysa, Türkiye’de demokrasi üzerinde bir mutabakat sağlanması gerekiyor.
Mecliste çoğunluğu elde etmenin, demokrasi için yeterli olduğu gibi otoriter bir anlayışı değiştirmeye, hukuk devletini yeniden kurmaya gereksinim var. Aynı zamanda, bireylerin kimliklerini özgürce seçebilmeleri, bu kimliklerini yaşayabilmeleri, bu yüzden ayrımcılığa uğramamaları gibi bir ortak anlayışın yerleşmesi çoğulcu demokrasinin vazgeçilmez koşulu. Bütün bunlar için yeni bir anayasada şekillenecek bir toplumsal sözleşme gerekli.
Bir yandan demokrasiyi sağlam temellere oturturken, öte yandan sosyal adaleti sağlamak için iyi kadrolara, gerçekçi, uygulanabilir projelere ve her şeyin üstünde halkın desteğine gereksinim var. Ama, önce CHP’nin nasıl bir parti olmak istediğine karar vermesi gerekiyor.
Nereye gideceğinizi bilmiyorsanız, bütün yollar yanlış olabilir.