Kaliforniya Üniversitesi’nin yaptığı sosyolojik araştırmaya göre, sekiz yaşındaki bir kız çocuğuyla iletişime geçen bir yetişkinin en çok dikkat etmesi gereken husus kılık kıyafetiymiş. Yani çocuğun karşısına doğru kombinle çıkarsan bağ, yanlış kombinle çıkarsan dağ olurmuş.
Tabii ki böyle bir araştırma yok. Tamamen salladım.
Wi-Fi var mı?
Arkadaşımın bana günübirlik emanet ettiği sekiz yaşındaki kızı Meriç’le ara sokaktaki bir kafede karşılıklı pozisyon aldık. Erteleyemeyeceğim bir toplantım olduğundan, Meriç de sabahleyin gökten elma gibi kafama düştüğünden mecbur onu da buraya getirdim. Oturur oturmaz tipimi baştan ayağa inceleyip “O pantolonun üstüne o kazak olmuş mu?” diye sordu. Kendime şöyle bir baktım. Olmamıştı. İçimden “Keşke başka bir kazak giyseydim” diye geçirdikten sonra Meriç’le aramızdaki buzları eritmek üzere “Sana portakal suyu söyleyeyim mi?” dedim. Yüzünü buruşturarak konuşmaya başladı, “Latte alırım. Burada Wi-Fi var mı?” “Yahu sen sadece sekiz yaşındasın, ne lattesi, ne Wi-Fi’ı?” demekten tırstığım için garson ablamızdan beleş internet şifresini isteyip iki de sütlü kahve sipariş ettim. Bizimki üzerinde “Frozen / Karlar Ülkesi” çizgi filminin baş karakteri Elsa’nın kabak gibi sırıttığı minik sırt çantasından iPad’ini çıkarttı ve tüm ciddiyetiyle internete bağlandı. Hava iyice soğumuştu. Üşüyordum.
Minişler
Ben masada elimi kolumu nereye koyacağıma karar veremezken beş dakika kadar süren sessizliğimiz Meriç tarafından bozuldu, “Angry Birds oynuyor musun?” Türkçe meali “Kızgın Kuşlar” olan bu bilgisayar oyununu hayatımda oynamamış fakat neyse ki çizgi filmini seyretmiştim ve karakterlere son derece hakimdim. Başımı “Evet” anlamında gururla salladım. Tam kendi çapımda sevinirken tenis topunu otomatik atan makine gibi başladı Meriç: “Peki ya Littlest Pet Shop?” Ben gözlerimi kırpıştırarak bakarken lattesinden büyük bir yudum aldı, “Yani Minişler”. Ha evet, “Minişler”... Neydi ya o? Adını “Minişler” koyduklarına göre böyle minicik bir şeyler olmalıydı zahir. Dudağının üzerindeki süt köpüğünü tek hamlede yaladı bizimki: “Peki ya Cut the Rope?” Bunun Türkçesi de “İpi Kes” demekti. Beni kes ya Meriç beni. Kes de bitsin bu işkence.
Kendisini hiçbir şekilde mutlu edemediğim Meriç ipimi kesmeden önce son bir atış daha yaptı: “Oyuncak bilir misin?” Barbie desem lattesini kafamdan aşağı döküp “Cahiiill!” diye masayı ters çevirebilirdi ve bu riski asla alamazdım. Sekiz yaşındaki bir çocuğun karşısında dürüstlüğün en büyük erdem olduğunu düşündüm bir an için. Zira büyüdükten sonra beş para etmiyordu dürüstlük. Alnım açık, başım dik bir şekilde “Bilmem” dedim.
Gözlerini devirerek çantasının fermuarını açtı ve içinden tövbeler tövbesi iki bebek çıkardı. Birinin saçları mor, suratı yeşildi, diğerininse kıyafetinin üzerinde kuru kafa vardı ve saçları tiftik tiftikti. Bizim Barbielerimizin cin çarpmış versiyonları. İsimleri Monster High imiş. Başıyla birini seçmemi işaret etti. Kuru kafalıyı elime alınca da “Hayır, o benim!” deyip elimden kaptı. Gıcık. Tamam, sen al kuru kafalıyı. Çok meraklıydım o elektrik çarpmış bebeğe sanki.
Elimde yeşil suratlı yaratıkla armut gibi otururken çantasından dizi dizi oyuncak çıkarmaya başladı Meriç. Play Mobil, Lego Friends, bilmem ne... Hepsini uç uca getirsen buradan Alaska’ya yol olur. O küçük çantasında kim bilir daha neler saklıyordu diye düşünürken toplantı yapacağım kişi geldi nihayet. Ay ben bir neşe, bir neşe hayatımda ilk kez gördüğüm adamın boynuna sarılacaktım neredeyse. Meriç “Ne konuşacaksınız?” diye sorunca “Film” dedim. Kolunu kaydırarak masanın üzerindeki tüm oyuncakları tek hamlede çantasına sıyırıp devam etti: “En sevdiğim şey. Hadi konuşalım!”
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025