Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türk AB ilişkilerindeki ciddi yavaşlamadan Avrupa tarafını suçlamayı severiz. Bu suçlama tümüyle dayanaksız da değil. Sonuçta İngiltere’nin eski dışişleri bakanlarından Jack Straw’ın da Times gazetesine kısa bir süre önce yazdığı gibi, bazı AB üyelerinin Kıbrıs sorununu kullanarak Ankara ile oyun oynadıkları aşikâr.
Dünkü Milliyet’te de vardı. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dimitris Drustas bile mevcut Türk-AB ilişkilerini “komik bir tiyatro oyununa” benzetmiş ve Ankara’ya bir üyelik takviminin verilmesi gerektiğini söylemiş. Onun için AB tarafını temize çıkarma niyetimiz yok.
Öte yandan üyelik müzakerelerinde Türk tarafının da bütün yükümlülüklerini, zamanında ve istenen formatta yerine getirdiği tartışılabilir. Türkiye’de bazı kurumların bu açıdan ayak sürdükleri AB ile ilgili yetkililerimizden her zaman duyduğumuz bir şikâyet olmuştur.
Kısacası AB Türkiye için bir “devlet politikası” olabilir, ancak -oluşmuş çıkar yumakları nedeniyle- devletin tüm birimlerinin bu anlayış içinde hareket ettiklerini söylemek güç. Ankara şimdi bu açıdan yeni bir sınavla karşı karşıya. Üstelik de sorunun önümüzdeki birkaç gün içinde çözülmesi gerekiyor.
Burada Belçika dönem başkanlığı sırasında açılması söz konusu olan “Rekabet Faslı”ndan söz ediyoruz. Bu sayede Türk-AB ilişkilerinin durma noktasına gelmesinin engellenmesi amaçlanıyor. Ancak bu faslın açılması için Ankara tarafından yapılması gerekenler açısından hiç zaman yok.
Konunun 22 Aralık’ta yapılacak olan “Genişleme Konferansı”nda ele alınabilmesi ve AB tarafının “Ankara gereğini yerine getirmiştir” diyebilmesi için Türkiye’nin bu hafta içinde ilgili bakanlıklardan sağladığı gerekli bilgileri acilen Brüksel’e iletmesi gerekiyor.
İstenen bilgiler ise “devlet yardımları yasası” devlet sübvansiyonların envanteri ve çelik sektörü için Ulusal Yeniden Yapılandırma Planı (UYYP) gibi ciddi konuları kapsıyor. Bu konularda Ankara tarafından yapılmış ön hazırlıklar var elbette. Ancak bu çalışmaların acilen sonlandırılması gerekiyor ki “Rekabet Faslı” ile ilgili müzakerelere başlanabilsin.
Bunun da Hazine Müsteşarlığı tarafından yapılması gerekiyor. AB ile ilgili yetkililerimizin söylediklerine bakılacak olursa, gerekenler önümüzdeki birkaç gün içinde yapılamazsa, o zaman söz konusu faslın açılamaması da söz konusu olabilirmiş.
Bunun gerçekleşmesi halinde AB tarafını suçlayabilecek durumda olmayacağız. Zira bu önemli faslın açılamamasının nedeni, AB’deki Türkiye karşıtları değil, bizzat Türkiye olacak.
Burada elbette ki basitine kaçıp, “AB ne veriyor ki, Türkiye’den bunları istiyor” denebilir.
Ancak bunun Türkiye’ye zarar veren bir argüman olduğunu görmeliyiz. Zira Ankara’dan bu çerçevede istenen şeyler, ekonomisi hızla gelişen Türkiye açısından zaten zorunlu olarak yapılması gereken şeylerdir.
AB ile ilgili tüm yetkililerimizin her zaman söyledikleri doğru bir söz var. AB müktesebatına uyum sağlamak suretiyle AB’ye değil, kendimize hizmet ediyoruz. Çünkü bu müktesebat sayesinde modern bir yasal ve teknik altyapı elde ediyoruz. Onun için AB’ye kızıp yükümlülüklerimizi yerine getirmemek, doktora kızıp verdiği ilacı reddetmek gibi bir şey oluyor.
Türk-AB ilişkilerinin ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu bu sütunda çok yazdık. Hatta Türkiye ile AB arasında, dünyanın mevcut gerçekleri ışığında ve her iki tarafa eşit yarar sağlayacak olan “yeni bir kontratın” gerekebileceğinden de söz ettik. Ancak AB’nin gerekli reformların yapılması açısından sağladığı dinamiği reddetmek de saçma olur.
Türkiye elbette esas itibariyle kendi sosyolojik dinamikleri sayesinde gelişiyor. Fakat içerdeki kemikleşmiş çıkar yumakları nedeniyle bu dinamiklerin önüne dikilen engellerin kaldırılması da şart. Bu nedenle AB’nin sağladığı “dış dinamiğin” etkisi de yadsınamaz.
Şimdi rekabet faslı da açılabilirse, Ankara bir ileri adım daha atmış olacak ki, bunun Türkiye için kötü olacağını söylemek zor.