Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dün de yazdık. Dışişleri çevreleri bugün başlayacak olan ve “çok önemli” diye niteledikleri, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Türkiye ziyaretinin son siyasi gelişmeler nedeniyle gölgelenmesinden endişeleniyorlar. Haklılar da, zira bizde AB tartışılırken işin özüyle ilgilenilmiyor. Bu ziyaretin de bu nedenle “güme gitme” olasılığı var.
Nitekim Barroso’ya refakat edecek olan, Komisyon’unun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Ollie Rehn, günlerdir Türkiye’de ağır eleştiri bombardımanına tutuluyor. Neden? Çünkü AKP’yi kapatma davası çerçevesinde bazılarının hoşuna gitmeyen fikirler beyan ettiği için.
Birçok kişi, “Ona neymiş, kendi işine baksın” diye tepkili. Bu bile AB konusundaki kafa karışıklığını ortaya koyuyor. Bu yüzden Milliyet’in dünkü başyazısında belirtilenleri unutmamak için bir yere yazmak lazım. 

AB kayıtsız kalamaz
Zira “var oluş felsefesini demokrasi idealleri üzerine inşa eden bir kuruluşun, seçmenin yarısının oyunu almış bir partinin kapatılması girişimi karşısında kayıtsız kalmasını beklemek” gerçekten de “doğru olmazdı.” AB bu konuya kayıtsız kalsaydı asıl “garabet” o zaman yaşanırdı.
Dediğimiz gibi, “AB” dendi mi bizde genelde konunun özüyle ilgilenilmez. İç siyasi ihtiyaçlara göre değerlendirmelerde bulunulur veya adımlar atılır. AKP de bu açıdan bir istisna değil.
Elle tutulur bir AB politikası olmamasına karşın 2002 seçimlerinden sonra iç siyasette doğan ihtiyaca göre bu  “misyon”a sarıldı. Ortamı uygun bulduğu anda da bu “misyon”a bağlılığını tavsattı. Nitekim AB’den bu konuda peş peşe uyarılar geldi ve gelmeye de devam ediyor. 

Baykal’ın yaklaşımı garip
AKP’nin bugünlerde tekrar “AB ipine” sarılmasının da iç siyasi gelişmelerle bağlantılı olduğu açık. Bu yüzden AB karşıtlarını eleştirirken AKP’nin “AB yanlılığını” da sorgulamamız gerekiyor. Üstelik sadece biz değil. Bunu AB Komisyonu, yani Barroso ve Rehn’in de yapmaları gerekiyor.
Her ikisinin AKP’nin kapatılmasına ilişkin fikirlerine katılıyoruz. Bunu yazılarımızda da belli ettik. Ancak hem Barroso’nun hem de Ollie Rehn’in açıklamalarında demokrasiye yaptıkları vurguyu laiklik konusunda da yapmalarını ve AKP’nin bazı adımlarını da aynı açıklıkla eleştirmelerini beklerdik.
Bizim görüşümüze göre demokrasi ve laiklik modern ve kalkınmış bir toplumun olmazsa olmaz temel siyasi koşullarıdır. Bu nedenle de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “Bir de demokrasi paketi aşkı çıktı. Yani laiklik ilkesi boğazlanırken, sesi daha az çıksın diye demokrasi davulları, trampetleri ve bandoları mı çalacaksınız?” görüşünü garip buluyoruz.
Bundan da şu çıkıyor. Türkiye’de hem laikliğin hem de demokrasinin eşit düzeyde korunması gerekiyor. Çünkü her ikisi açısından da gidişat iyi değil. Ekonomimizden gündelik yaşamla ilgili standartlarımıza kadar hemen hemen her şey için bir “çapa” olan AB’nin bu açıdan daha somut katkıda bulunması gerekiyor. Başka bir ifadeyle, “antidemokratlar”ı savmaya çalışırken, AB kurumlarının laikliği sulandırmaya çalışanlara daha toleranslı görünmemesi  gerekiyor. Burada her iki kesime dönük bir “çifte caydırıcılık” politikası uygulaması gerekiyor.
Jose Manuel Barroso ve Ollie Rehn’in bu temel hususu daha iyi anlamış olarak Türkiye’den ayrılmalarını dileriz.