Hal böyle olunca, Türkiye aleyhtarlarına tek seçenek kalıyor. Olumsuz açıklamalarla Türkiye'nin moralini bozmak ve AB işinden Ankara'nın kendiliğinden vazgeçmesini sağlamaya çalışmak. Oysa Türkiye bu yönde bir sinyal vermiyor. CHP'den kaynaklanan olumsuz sinyallerin ise bir kıymeti harbiyesi yok. Kaldı ki, mucizevi bir şekilde bugün iktidara gelecek olsa, onun da "hizaya gireceği' belli. 'Müzakere Çerçeve Belgesi' en azından AB Komisyonu'ndan 'sürprizsiz' çıktı. Konsey'e gelene kadar ne olur belli değil. Kimi ülkelerin belgenin 'büyüsünü' bozmaya çalıştıklarını bizzat AB çevrelerinden öğreniyoruz. Ancak Komisyon'dan basına yansıyan tartışmalar da, Avrupa'nın bu konuda görüş birliği içinde olmadığını gösteriyor. Buna varamadıkça da, 17 Aralık 2004'te Türkiye için çizilen rota baki kalıyor. Zira, bunun bozulması için de 'oybirliği' gerekiyor. Bu ise şu anda yok. 17 Aralık zirvesi öncesinde Türkiye ile müzakerelerin başlamasını destekleyen Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, buna karşı çıkan Fransız politikacılara bir ara kızıp Fransa'nın 40 yıldır desteklediği Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili 'devlet politikasını' bozmayacağını söylemişti. Tersten bakacak olursak, aynı şey CHP için de geçerli.Sorun aslında Avrupa'dan Türkiye'ye yansıyan olumsuz mesajlar değil. Örneğin, 3 Ekim'de başlayacak olan müzakerelerin 'açık uçlu' olmasının bir anlamı yok. Her müzakere 'açık uçludur.' Müzakereler başarıyla sonuçlanır, Türkiye de gereken standartları yakalarsa, o zaman Türkiye'nin üyeliğine ırkçı ve milliyetçi marjinaller dışında kim hayır diyebilir ki? Onun için Avrupa'yı anlamaya çalışalım. Sokaktaki Avrupalının 'Türkiye korkusu' esas itibariyle 'aş' ve 'iş' meselesiyle ilgili. Bir yandan işsiz Türklerden, diğer yandan daha ucuza çalışan Türk işgücünden korkuyorlar. İkinci sınıf bir badana işi için 10 bin euro alan Fransız badanacı, bu işi yarı fiyatına ve daha iyi yapan Polonyalıdan ve çeyrek fiyatına yapan Türk'ten çekiniyor. Rahatı bundan bozuldu.Avrupalı sendikalar ise fabrikaların, işgücünün daha ucuz olduğu ülkelere kaymasından korkuyorlar. Bu arada, fabrikaların daha ucuz ülkelere gitmesiyle oradaki işsizlerin kendi ülkelerine akma potansiyelinin azalacağını da bal gibi biliyorlar. Onun için 'işsiz Türk istilası' argümanı da aslında son derece 'göreli.' 'Türkiye korkusu' Bugün Avrupa'daki kavga esas itibariyle bir sermaye paylaşım kavgasıdır. Yani para pul meselesi. Tabii ki bunu istismar eden 'kültürel üstünlükçü' ve ırkçı politikacılar var. Ama onlar da sokaktaki adamın asıl derdinin ne olduğunu biliyorlar. Kendilerini çirkin kılan da bu. Zira halklarına doğruyu söylemiyorlar.Örneğin, Fransa'daki veya Almanya'daki işsizlik sorununun Türkiye'nin AB üyelik perspektifinin tıkanmasıyla buharlaşıp gitmeyeceğini anlatmıyorlar. Bir Fransız veya Alman fabrikasının daha rantabl olan bir Polonya veya Türkiye'ye taşınmasının engellenemeyeceğini söylemiyorlar. Bunun AB üyeliği ile değil, 'kapitalist mantık' ile ilgili olduğunu anlatmıyorlar.Onun için, ucu açıkmış, ucu kapalıymış, boş vehimlere kapılmayalım. Aslına bakarsanız AB'nin kendisi 'ucu açık' bir proje. Üstelik, son referandum fiyaskolarından sonra yarın nereye gideceği belli olmayan bir proje. Evet, AB dağılmaz. O kesin. Ama değişik şekil alabilir. Bakarsınız, bu şekil işimize bile gelebilir. Hatta, bakarsınız, gün gelir ve çıkarlarımıza daha çok uyduğu için 'imtiyazlı ortaklığı' biz isteriz. Ama bunlar geleceğin konuları. Biz şimdilik işimize bakalım. Kendi sorunlarımızı halledip gerçekten ne istediğimizi ortaya çıkarmaya çalışalım. Bu arada, Avrupa'daki çatlak seslerin asıl mahiyetini de iyi anlamaya çalışalım. semihi@cnnturk.com.tr 'Ucu açık' proje