Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Avrupa basınında yazılanlar doğruysa -başta Fransa ve Almanya olmak üzere- bir grup kilit AB üyesi, Türkiye'nin adaylığını dahi sorgulayacak "önkoşullu" ve "takvimli" bir formül peşindeler. İşin garip yanı ise, bu çabanın odağında Türkiye'deki insan hakları, 301'inci madde, töre cinayetleri, askerin siyasete müdahalesi, azınlık sorunları gibi Ankara'nın daha çok iş yapması gereken konular yok. Gelişmeler, AB ile sanki bir yol ayrımına yaklaşmakta olduğumuzu gösteriyor. Zira, Avrupa'dan yansıyan hava hiç de olumlu değil. AB Komisyonu'nun Türkiye ile sekiz müzakere faslını askıya alarak diğer fasılları Kıbrıs koşuluna bağlaması yetmiyormuş gibi, bazıları "daha fazla ceza" istiyor şimdi. Bunlar adeta unutuldu. Ama ne var? AB için yarattıkları tüm zorluklara rağmen Avrupa'nın aşırı hoşgörüsünden yararlanan Rumların ulusal çıkarlarına hizmet etme gayreti var. Üstelik, Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin sırtından. Bu arada, Türkiye'nin bariz olan stratejik önemi, hayati nitelikteki enerji koridorlarına ev sahipliği yapması, önümüzdeki 15-20 yıl içinde Avrupa'da artacak olan kalifiye eleman ihtiyacını karşılayabilecek nüfusa sahip olması, kısacası Avrupa'daki "bilge adamların" sıraladıkları bunun gibi faktörlerin hesaba hiçbir şekilde katılmadığı da görülüyor.Başka bir deyişle, AB üyeliğinin Kıbrıslı Rumlar için Türkiye'ye karşı ideal bir enstrümana dönüşmesi gibi, Kıbrıs sorununun Türkiye'nin AB yolunu tıkamak isteyen ülkeler için ideal bir enstrümana dönüştüğü apaçık ortada. Rumlara hizmet gayreti Aralık 2002'teki Kopenhag zirvesi öncesinde tüm bunları görebilenler, Türk tarafının Annan Planı'nı Rumların üye olmasından önce kabul etmesinin önemini bu yüzden vurgulamışlardı. O zaman, Annan Planı'nı reddetmeleri Rumlara pahalıya patlayacak, AB üyelikleri tehlikeye girecekti. Planı kabul etmeleri halindeyse, Kıbrıslı Türklerin sahip oldukları veto hakkı nedeniyle, AB'de at koşturamayacaklardı. Geriye baktığımızda, olumsuz anlamda da olsa, tek bir "vizyoner" görüyoruz. O da Rauf Denktaş. Zira, hem kendi halkının "kolektif AB üyeliğini" engelledi, hem de Türkiye'nin AB yolunu tıkadı. Asıl misyonu da zaten buydu. Nitekim, bu siyasi misyonunu tamamlayarak sahneden çekildi. Arkasında, Türkiye'nin başını daha yıllarca ağrıtacak bir enkaz bırakmış olması ise, tabii ki, umurunda değil. Hatta, "Çok iyi oldu" diye düşünüyordur. Oysa, "iyi" olmadığını tarih daha şimdiden göstermeye başladı. Denktaş yolu tıkadı Dediğimiz gibi, Kıbrıs yüzünden AB ile sanki bir yol ayrımına geliyoruz. Çünkü AB'nin bu tutumu karşısında hiçbir Türk hükümeti bu perspektifi sağlıklı bir şekilde sürdüremez. O zaman bize, Başbakan Erdoğan'ın dediği gibi, "Kopenhag Kriterleri"ni "Ankara Kriterleri" yapıp sosyal ve siyasal gelişme yolunda devam etmek kalıyor.Peki, bunu AB'nin "lokomotif gücü" olmadan yapabilecek miyiz? Bunun için, Türkiye'nin gerçek anlamda "vizyoner" olan liderliğe ihtiyacı var. Geçmişe bakıp bunun gelecekte sağlanabileceği konusunda ciddi kuşkuları olanlara katılmamak elde değil. sidiz@milliyet.com.tr Vizyoner bir liderliğe ihtiyaç var