Aktütün Karakolu'nda yaşananlardan sonra, bu gibi hallerde gündeme getirilen bir hususun anında tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. Güvenlik güçlerimizin son dönemde sık sık tekrarladıkları bir husus.
“AB yasaları elimizi kolumuzu bağladı ve terörle mücadeleyi zorlaştırdı” deniyor. Özetle, AB burada da suçlu konumunda. Konunun ayrıntılarını bilmeyen birisinin “Türkiye’deki tüm kötülüklerin anasının AB olduğunu” düşünmesi işten bile değil.
Bu yanlış algılamayı körüklemek birilerinin işine geliyor galiba. Ancak, açıkça konuşmak gerekirse, “AB boyutu” burada bir bahaneden, bir günah keçisinden başka bir şey olamaz. Nedeni de ortada. AB ülkeleri de terörizme karşı mücadele ediyorlar.
Buna hem, Londra ve Madrid bombalamalarında olduğu gibi “İslam” adına işlenen, hem de İspanya’daki ETA saldırılarında görüldüğü gibi etnik ayrımcılığı hedefleyen terör dahil.
Batı yasaları zorlayabiliyor
Peki, bu ülkeler “elleri kolları bağlı bir halde” bu mücadeleyi nasıl yürütüyorlar? Yoksa kendilerinde olmayan bir şeyi Türkiye’ye dayatmaya mı çalışıyorlar? Bizde buna inananların sayısı az değil tabii.
Konunun hukuki veçhelerini, gazetemizin yeni ve değerli yazarı AİHM eski yargıcı Rıza Türmen önümüzdeki günlerde kuşkusuz önümüze dökecektir. Burada söylediklerimizde bir hata varsa, bizi bu konuda düzeltecek daha etkin bir isim olamaz.
Kısaca söylemek gerekiyorsa, Batı'daki güvenlik güçleri, terörle mücadele ederken mümkün olan her “enstrüman"dan yararlanıyorlar. Yasaları da bu çerçevede ellerinden geldiğince zorlayabiliyorlar.
Yetki verme ve denetim
Özetle, bugün Avrupa sathında “İslami terörle mücadele” adı altında -işkence dahil- her türlü hak ihlali yapılabiliyor. Bunun çarpıcı örneklerini de zaten son yıllarda gördük. İşin kötü ve insanlık adına kabul edilemez yanıdır bu.
Fakat işin Türkiye’de asıl dikkate alınması gereken yanı şudur: AB ülkelerindeki güvenlik güçleri, terörle mücadele kapsamında, istedikleri yetkileri büyük ölçüde alabiliyorlar. Avrupa’daki kamuoyları da bundan fazla rahatsızlık duymuyor.
Bu, havaalanlarında bazen sinir bozucu haller alabilen güvenlik kontrollerine benziyor. Herkes buna katlanıyor çünkü ortak güvenlik çıkarı bunu gerektiriyor. Fakat önemli olan nokta şudur: Güvenlik güçlerine bu yetkiyi verenler “denetim” ve “hesap isteme” yükümlülüklerinden vazgeçmiyorlar.
İstenen sorumsuz yetki mi?
Kısacası, verilen yetkinin kullanılış şeklini denetlemek istiyorlar. İnsan hakları ihlalleri açısından sorumlu olanlardan da hesap istiyorlar. Peki, bu düzen her zaman istendiği gibi işliyor mu? Elbette ki hayır. Ne de olsa ideal bir dünyada yaşamıyoruz. Ama “denetim” unsuru, güvenlik güçlerine verilen yetkinin kaçınılmaz yasal boyutu oluyor.
Güvenlik güçlerimizin istediği yetki bu çerçeveye giriyorsa, burada “AB yasaları"nı suçlamanın hiçbir anlamı yok. Çünkü AB yasalarının amacı, insan haklarını korumaktır, terörle mücadeleyi zayıflatıp kamu güvenliğini tehlikeye sokmak değil.
Fakat istenen, güvenlik güçlerine sorumsuz olarak istediklerini yapma yetkisi ise, bu çok farklı bir şey. Buna karşı olmak için illa da “AB yandaşı” olmak gerekmiyor. Kendisini demokratik sayan hiçbir ülke bunu yapamaz.