Türkiye’nin bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey reformdur. Bu ihtiyaç eğitimden sağlığa, çevreden trafiğe, siyasetten ekonomi yönetimine kadar yaşamımızın hemen hemen her alanını kapsıyor.
Türkiye ekonomik olarak 40 yıl öncesine göre çok gelişti. Bu da hesaba katılmayan veya ortaya çıkmaları halinde kontrol edilebileceği sanılan sınıfları türetti.
Egemen erkimiz, “sosyalizm”i çağrıştırdığı için, sosyolojiye karşı her zaman antipati duymuştur. Bu olmasaydı, bilinçli siyasetçiler ve yöneticiler sosyolojik gerçekleri zamanında görür, gerekli reformlarla toplumu “çağdaş medeniyet” rotasında tutabilirlerdi.
Bugün AKP’nin durdurulamayan yükselişi karşısında dehşete düşenler, bunun niçin olamadığını geriye bakıp analiz etmek durumundalar. Zira, kendilerini korkutan olgular gökten zembille inmedi, bu ülkenin siyasi ve sosyoekonomik gerçeklerinden kaynaklandı.
Elbise vücuda uymuyor
Gerçek şu ki, Türkiye’de artık tek bir “siyasi elit”ten söz edemiyoruz. Bu yüzden de, 40 yıl öncesine göre büyük ekonomik ilerleme kaydetmiş olsak da yeni sosyoekonomik gerçekler karşısındaki siyasi gelişmişlik düzeyimiz yetersiz kalıyor.
Özetle, elbise vücuda uymuyor artık. Ülkenin “selektif” değil, “kolektif” çıkarlarını gözeten reformlara bunun için büyük ihtiyacımız var.
Burada deneyimli gazeteci ağabeyim Varlık Özmenek’in eski bir dostundan aktardığı bir lafı tekrarlamak isterim. “Bu millet adam olmaz!” diye kestirip atanlara rahmetli dostu, “Bal gibi adam olur, ama mevzuat müsait değil” dermiş. Bu lafın doğruluğunu yaşayarak görüyoruz.
Onun için bu son gelişmeler AKP için aslında bir fırsattır. Bu aynı zamanda bizim gibi, hükümetin “reformcu” özelliğini yitirerek kendi “selektif” gündemine döndüğünü düşünenleri yanlış çıkarma fırsatıdır.
Burada elbette ki AB perspektifinden söz ediyoruz. Zira biz ısrarla, ayrılmaz bir ikili olan demokrasi ile laikliğimizin gelecekteki tek teminatının bu olduğuna inanıyoruz. Dahası, ekonomik ve toplumsal istikrarımızın teminatının da orta ve uzun vadede buna dayandığına inanıyoruz.
Bu vesileyle, konudan biraz saparak, burada bir parantez açıp bizi her zaman kızdırmış olan bir hususa değinmek istiyoruz. Ne kadar ağır olursa olsun, yurtiçinden gelen eleştirilere sabır ve saygıyla katlanırız.
Savunulan demokrasi
Ancak, özellikle Amerika’da yaşayan ve profil olarak kim olduklarını çok iyi bildiğim kişilerden “AKP’yi destekliyorsun” iddiasıyla son yazıma gelen hakaret içerikli tepkileri reddediyoruz.
Kaldı ki, yazıyı doğru dürüst okusalardı, AKP’yi değil, demokrasiyi savunduğumuzu görürlerdi. Düşünebiliyor musunuz? Adam (veya kadın) Amerika’da yaşıyor. Vergilerini orada ödüyor. Üstelik vatandaş olmuş ve Amerikan pasaportu taşıyor.
Bunun için de sağ elini kalbine koyarak “ABD bayrağına ve temsil ettiği cumhuriyete, Tanrı nezdindeki tek ve bölünmez milleti ile herkese özgürlük ve adalet adına sadakat yemininde bulunurum” demiş.
İstedikleri kadar “Atatürk milliyetçisi” olduklarını iddia etsinler, ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak Amerikan bayrağına dönüp bu lafları telaffuz etmiş kişilerden “vatanseverlik dersi” alacak değiliz.