Ankara’nın Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in İSEDAK’a katılması konusunu ne kadar iyi idare ettiği tartışmaya açıktır. Bizce bu kriz de iyi yönetilemedi. Cumhurbaşkanı Gül’ün ifadesiyle “hem Batıya, hem de Doğuya bakan Türkiye” bu olayda da iki dünya arasında sıkışıp kaldı.
Nitekim Başbakan Erdoğan’ın dünkü açıklamaları da bunu gösterdi. “Bizim de mensubu olduğumuz İslam dünyasına ait bir insanın soykırım yapması asla mümkün değildir” sözleriyle El Beşir’e güçlü destek vermesi, Türkiye’nin aidiyeti konusunda süren tartışmalara benzin taşımış oldu.
Erdoğan, “Ben gittim gerçekleri gördüm” dese de, El Beşir, Müslüman Boşnakların katili Radovan Karadzic’i yargılayan mahkeme tarafından Darfur’daki zenci Müslümanlara karşı “soykırım” işlemekle suçlanıyor.
Böyle birisinin 18 ay içinde üçüncü kez Türkiye’de peyda olması, sadece Gazze’de değil, tüm dünyada insan haklarını önemseyenler açısından son derece sevimsiz bir gelişme olacaktı.
Olumlu bir gelişme
Bu nedenle El Beşir’in, Ankara’dan Hartum’a giden diplomatik telkinler üzerine, son dakikada İstanbul’a gelmekten vazgeçmesi olumlu bir gelişmedir. Gerçi Sudan basınında dün çıkan haberlere bakılacak olursa, ortada hâlâ bir belirsizlik var.
Kimilerine göre El Beşir İstanbul’a bugün gelecek. Fakat bizim devletin en üst kademesinden dün akşam edindiğimiz bilgi, gelmekten vazgeçtiği şeklindedir.
Bu da Ankara’nın elini rahatlatmakla kalmadı, aynı zamanda El Beşir’e bundan böyle Türkiye’ye gelmesinin problemli olacağını gösterdi. Özetle Türkiye’yi kendisi açısından “ziyaret edilmesi sakıncalı ülkeler” listesine konacaktır ki, bunun bizim açımızdan herhangi bir sakıncası yoktur.
Fakat bu noktaya rahat gelinmedi. Türkiye “baskılara boyun eğen ülke” konumuna düştü. Gelecekleri tahmin edip Hartum’a daha önce telkinlerde bulunabilecekken, Türk diplomasisinin bunu ancak işlerin çığırından çıkma eğilimi göstermesinden sonra yapması, “proaktif” değil, “reaktif” bir görüntü vermiştir.
Ankara’nın bu yüzden İsveç’e de kızgın olduğunu görüyoruz. Dışişleri kaynakları, basında yer alan haberlerin aksine, İsveç’in “AB adına Türkiye’ye verdiği bir nota”nın olmadığını belirtiyorlar. Sadece “bir girişim” olduğunu söylüyorlar.
Basına sızdırılmasına kızdı
Bununla gelen “kâğıdın” ise bağlayıcı veya emredici bir “nota” değil, diplomatların “non paper” dedikleri ve resmi açıdan herhangi bir kıymeti olmayan bir şey olduğunu kaydediyorlar. Ankara’yı kızdıran şey ise bu “non paper”ın kendisi değil, bunun basına sızdırılmış olması. Bundan da İsveç sorumlu tutuluyor.
Ankara’nın, El Beşir konusunda, imaj bozukluğuna uğramadan adım atabilme marjının bu sızdırma sayesinde daraldığı belirtiliyor. Oysa Türkiye, “baskı altında adım attı” görüntüsü vermek istemiyordu. Sonuçta, nasıl yapılmış olursa olsun, El Beşir’in İstanbul’a gelmesinin engellenmesi kendisi için büyük bir darbedir. Zira Türkiye üzerinden Batı’ya ve hakkındaki tutuklama kararını çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) meydan okuma fırsatını kaçırmış oldu.
‘Mücahit dayanışması’
Buna karşın Başbakan Erdoğan’ın, İran Devlet Başkanı Ahmedinecad’a arka çıkmasından hemen sonra, aynısını El Beşir için yapması önümüzdeki günlerde “mücahit dayanışması” tartışmalarını da körükleyecektir.
Gazze söz konusu olduğunda İsrail’in “düzmece” olduğunu iddia ettiği “Goldstone Raporu”na güçlü destek veren Erdoğan’ın, Darfur konusundaki uluslararası raporların “düzmece” olduğunu açıkça ima etmesi ise kendisi açısından bir çelişkidir.