Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hükümetin dış politika çelişkileri sırıtmaya başladı. Peş peşe çıkan analizler de bunu gösteriyor. Yazarımız Aslı Aydıntaşbaş’tan sonra, Radikal’den Cengiz Çandar ve Hürriyet’ten Ferai Tınç’ın yazdıkları ise özellikle dikkat çekiyor.
Bu yazarların üzerinde durdukları hususa biz de geçmişte, özellikle Sudan bağlamında, değindik. Türkiye’de sürekli “insan hakları,” “adalet” ve “demokrasiden” söz eden AKP, dış politikasında bu “ulvi” değerleri unutup “istikrar” adına diktatörlerle katilleri destekliyor.
Aydıntaşbaş 20 Ocak tarihli yazısında buna Ankara’nın Lübnan politikası üzerinden işaret etti. AKP iktidarının, BM’nin Hariri suikastını araştıran ve Hizbullah’ı suçlaması beklenen raporuna soğuk baktığını hatırlatarak şunları belirtti:
“Kapalı kapılar ardında Ankara, oğul Hariri’ye ‘Bak canım kardeşim. Biz seni seviyoruz ve koruyoruz. Ama gel sen de bırak bu soruşturma, adalet ayaklarını. Olan oldu bir kere, baban geri gelmez. Şimdi önemli olan adalet değil hükümet. Hizbullah’ı kızdırma’ diyor.”
Aydıntaşbaş isabetli bir yargıya vararak, “Buraya gelince Balyoz, Ergenekon , oraya gelince ‘Bir bardak su için üzerine’ demek olmaz” diye yazmış.
Tınç da, Tunus olaylarına değindiği 24 Ocak tarihli yazısında aşağı yukarı aynı yargıya varıyordu. Dışişleri tarafından yayınlanan ve Tunus’ta “asayiş ve güvenliğin yeniden tesis edilmesi” temennisinde bulunan açıklamayı eleştirerek şunları belirtiyordu:
“23 yıllık diktatörlük rejimine karşı, her şeyi göze alarak isyan bayrağını dalgalandıran Tunus halkına verilecek cevap bu olmamalıydı. ‘Huzurlu istikrarına dönersin inşallah!’ Olayların şiddete yol açmadan, ülkede demokrasi, insan hakları, özgürlükleri güçlendirmesine katkıda bulunması temenni edilebilirdi. Türkiye’nin bu yolda destek vermeye hazır olduğu mesajı verilebilirdi.”
Cengiz Çandar ise 22 Ocak tarihli yazısında Türkiye’nin Ortadoğu’da “düzen kurucu” olma hayalinin “gerçekleşmesinin zor olduğunu” kaydederek şunları yazdı:
“Türkiye, esas olarak, bölgede ‘statüko’nun değişmemesi ve ‘statüko’nun koruyucusu bir güç olarak faal... Uzunca bir dönem Irak’ta Saddam rejimini ‘kollamaktan’ şimdi de İran-Suriye ekseniyle tümüyle ters düşmeyecek bir politika izlemeye kayan bölge politikası, “Lübnan krizi”nde, ister istemez, açmaza düşmek zorunda kalıyor.”
Konuya başka bir çerçevede değindiği “AK Parti ve Adalet: Hrant için, Hariri için” başlıklı 21 Ocak tarihli yazısındaysa bir adım ileri giderek, “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, ne içte ve ne dışta, ne yazık ki, “adalet” gibi bir önceliği yok, anlaşılan...” sonucuna varmıştı.
AKP iktidarı gerçekten de bugüne kadar ne Azerbaycan’da, ne İran’da, ne de Mısır’da yapılan şaibeli seçimler için bir şey söyledi. Sudan’daki insanlık dışı olaylar karşısında ses çıkarmadı. Aksine Başbakan Erdoğan “Müslümanlar soykırım yapmaz” diye kestirip attı.
Fakat aynı Erdoğan terör örgütü olarak görmediği Hamas’ı savunma uğruna, bu örgütün “demokratik yollardan seçilmiş” olduğunu her zaman vurgulamaktan hoşlanıyor. “Bunu demokrasiyi sevdiği için söylüyor” diyenler olabilir. Ancak yukarıda aktardıklarımız bile bunu yalanlıyor.
Erdoğan’ın burada yaptığı tek şey, Hamas’ı savunmak uğruna “demokrasi” argümanına sarılmaktır, o kadar. Yoksa gerçekten bölgede demokrasiden yana olsaydı bunu çoktan göstermiş olması gerekirdi. Erdoğan’ın en büyük çelişkisi de bu noktada ortaya çıkıyor.
İsrail çıkışlarıyla Ortadoğu sokaklarında yarattığı “popülist heyecanın” rüzgârına kapılmasına rağmen, kendisi ve iktidarı “istikrar” uğruna hep bölgedeki antidemokratik baskıcı statükocuları destekledi.
İşin ilginç yanı ise, Batı’nın da bugüne kadar Ortadoğu’da bunu yapmış olmasıdır. Özetle “Ortadoğu’da insan hakları ve demokrasi mi, anti demokratik olsa bile, istikrar mı?” sorusuna AKP söylem ve eylemleriyle çoktan yanıt verdi. Şimdi de bunun sıkıntısını yaşıyor.