Siyaset kamuoyunun barometresidir. Başbakan Erdoğan'ın "AB hevesi" sönmüş gibi görünüyorsa, bunu toplumdan yansıyan sinyallerin bir sonucu olarak kabul etmek lazım.
Bugün Türkiye'de, profesyonel kesim ve bürokrasinin bazı unsurları dışında, AB'yi ciddiye alanların sayısı giderek azalıyor. Buna normal şartlarda AB projesine sıcak bakması gerekenler de dahil olmaya başladı.
Bu durumun sorumluları aranırken AB'yi de baş sıraya oturtmak gerekiyor. Zira Türkiye'deki AB algısı çoğu kez Avrupa'dan gelen veya gelmeyen sinyallere göre şekilleniyor.
Hırçınlık not ediliyor
Ankara'daki Avrupalı diplomatlar Deniz Feneri davası nedeniyle ortaya çıkan ve Başbakan Erdoğan'ın hırçınlığını tüm çıplaklığıyla sergileyen gelişmeleri not edip bu konuda fikir açıklamıyor değiller.
Hatta bir Avrupalı büyükelçi, Erdoğan'ın, Türkiye'deki mevcut hassas konjonktürde, "Ramazan Bayramı-Şeker Bayramı" tartışmasına girmesine de "mantıklı bir anlam vermediklerini" itiraf edebiliyor. Özetle, AB kanadında Erdoğan hakkında bir güven bunalımının yaşandığı kesin.
Erdoğan'ın, AB Büyükelçilerine geçen ay verdiği iftar yemeğinde, reformlarla ilgili planlarından söz etmek yerine AB'yi bazı büyükelçilerin ifadesiyle-"dövmeyi" yeğlemesi ise hakkındaki kuşkuları daha da derinleştirmiş bulunuyor.
AB'nin buna rağmen, Erdoğan'ın hem laiklik hem de demokrasi açısından sorgulanması gereken çıkışları karşısında kurumsal olarak bir pozisyon aldığını göremiyoruz.
Bir seçicilik görüntüsü var
Peki, AKP'ye karşı açılan kapatma davası konusunda "demokrasi adına" o kadar ses çıkaran AB, Erdoğan'ın medyanın boykot edilmesi gibi demokrasi açısından vahim çağrıları karşısında niçin tepkisiz? Yolsuzlukla mücadeleye atfettiğini söylediği öneme rağmen, hükümetin Deniz Feneri davasını bulandırma çabaları karşısında niçin sessiz?
Türkiye'de AB projesine sıcak bakması gerekenlerin bile artık AB'yi sorgulamaya başladıklarını söylerken, bunun nedenleri için fazla uzağa bakmaya gerek yok. Çünkü ortada siyasi çıkarlara dayanan kaba bir "seçicilik" görüntüsü var. Fakat neden?
Açıkça söylemek gerekiyorsa, Avrupa'nın bize göre yüzeysel olan perspektifinden bakıldığında AKP bugün -tüm "hevessizliğine" rağmen- Türkiye'de "AB meşalesini" taşıyan tek güç olarak görülüyor. AKP gidecek olursa bu meşaleyi kimin taşıyacağı ise bilinmiyor.
Fazla sessiz kalınamaz
Bu yüzden de Erdoğan hükumetine normal şartlarda gösterilmeyecek olan bir hoşgörü gösteriliyor. Bazı AB büyükelçileri, Erdoğan'ın mevcut yaklaşımında ısrar etmesi halinde Brüksel'in daha fazla sessiz kalamayacağını söylüyorlar. Fakat siyasi avantajın şu anda Erdoğan ve AKP'den yana olduğunu da teslim ediyorlar.
Bunu da AB perspektifine ve reformlara sahip çıkan başka bir partinin ortalıkta görünmemesine bağlıyorlar. Yoksa bunu yapan ve toplumu da bu konularda ikna etmeye çalışan güçlü bir alternatif ortaya çıkacak olsa, durum hızla değişecek.
Ancak AB yetkilileri açısından böyle bir alternatif şu anda mevcut değil. Onun için, Başbakan Erdoğan'ın antidemokratik üslubuna ve AB reformları konusundaki hevessizliğine rağmen, AKP'yi bir tür koruma altında tutmayı siyasi açıdan tercih ediyorlar.