Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden sürpriz çıkmadı. Beklendiği gibi, seçimlere ilgisizlik rekor düzeydeydi. Irkçı ve faşizan sağ da, beklendiği gibi, bu ilgisizlikten kalan boşlukla halkın korku ve endişelerini kullanarak parlamentodaki gücünü artırdı.
Bunun yanı sıra, sağ ve orta sağı temsil eden Hıristiyan Demokratlar ile Liberaller ve Demokratlar İttifakı başarılı çıkarken, sol partiler Avrupa sathında değişik düzeylerde hezimete uğradı.
Bu görüntüye ilk baktığımızda Türkiye’nin AB perspektifi açısından çok olumlu bir tablo çıkmıyor ortaya. Bugün söz konusu olsaydı bu parlamento Türkiye’nin üyeliğini kabul etmezdi. Bu aşikâr.
Ancak, burada çok önemli bazı nüanslar var ki, bunları kaçırmamak gerekiyor. İlki şudur: Türkiye’nin üyeliği bugün için söz konusu değil. Parlamentonun, AB Konseyi’nde oybirliğiyle alınan kararla başlayan üyelik müzakerelerini durdurma yetkisi ise yok.
Öte yandan, Türkiye’nin AB sürecinde Avrupa tarafından çıkarılan zorluklar var. Bunların ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Kıbrıs engelinin nasıl aşılacağı ise şu aşamada belli değil.

Üyelik için 10 yıllık süre
Fakat Türk tarafında yapısal reformlar konusunda sergilenen hevessizlik ve üstesinden daha gelinmesi gereken çok sayıdaki toplumsal ve ekonomik sorun da göz ardı edilemez.  Bu nedenle, üyelik konusunun gündeme gelmesi için, neresinden bakarsanız bakın, en az 10 yıllık bir süreden söz ediyoruz. Bu da iyi tahmin. Kıbrıs meselesi halledilse bile, Türkiye’den kaynaklanan sorunlar nedeniyle bu sürecin 15 yıl daha alması bizce daha gerçekçi bir tahmindir.
Özetle, ortaya çıkan yeni Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin üyeliğini oylamak gibi bir durumla karşı karşıya kalmayacaktır. Aynı şey, Avrupa’da bugün iktidarda olup da Türkiye’nin üyeliğine karşı olan liderler için geçerlidir.
10-15 yıl sonra Avrupa’da kimlerin iktidarda olacağını, bu arada Türkiye içinde ne tür gelişmelerin yaşanacağını, ayrıca o günün dünyasının nasıl bir şekil alacağını bugünden tahmin etmek ise mümkün değil.
Kısacası, Birliğin mevcut yapısında güç hâlâ AB Konseyi’ndedir. Yani üye ülkelerin hükümetlerinde. Konsey’in müzakereleri durdurması ise oybirliğiyle alınacak bir siyasi karar gerektiriyor. Bugünün AB Konseyi’nden de, Türkiye askeri darbe gibi yollara sapmadıkça, böyle bir karar çıkmaz.
İkinci nüans şudur. Avrupa’da seçmenin yüzde 50’sinden fazlası bu seçimlere katılmadı. Katılmayanların Türkiye hakkında ne düşündükleri de belli değil. Burada Türkiye lehine bir potansiyel olduğu bu nedenle göz ardı edilemez. 

Aşırı sağ AB’yi yok edecek virüs
Ancak, bu potansiyelin ortaya çıkmasında, kendisini reformlarla dönüştürmek konusunda Türkiye’nin göstereceği performansın kilit olduğu da ortada. Bu açıdan top Türkiye’dedir.
Üçüncü nüans ise şudur: Bu seçimlerde Türkiye sağ tarafından kullanıldı. Ama oy kullananların asıl derdi Türkiye değil, günümüz Avrupa’sında yaşanan ekonomik ve sosyal sorunlar ve bunlardan kaynaklanan belirsizliklerin yol açtığı korkulardır.
Faşizan sağ da bunları çok iyi kullandı. Ancak bu kesimin, “Kuran yasaklansın” veya “Göçmenler sürülsün” gibi olmayacak saçma öneriler dışında, mevcut sorunların üstesinden nasıl gelineceğini ortaya koyan rasyonel hiçbir politikası yok.
Dördüncü ve bizce en önemli nüans ise şudur: Aşırı sağın gösterdiği başarı, kontrol edilemediği takdirde, “Avrupa Birliği” fikrini zaman içinde yok edebilecek bir virüstür. Çünkü parlamentodaki bu aşırı sağ blok, sadece ırkçı değil, aynı zamanda AB’ye karşı olan aşırı milliyetçi partileri de içeriyor.
Hal böyle olunca, Avrupa Parlamentosu için yapılan seçimlerden çıkan sonuç, Türkiye’den çok bizce Avrupa’da “Avrupa Birliği” fikrine hâlâ bağlı olanları düşündürmeli. Zira, Türkiye’nin AB sürecini bir yana bırakın, bu gidişle AB’nin bundan 10-15 yıl sonra nerede olacağı kesin değil.