Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Medyamızı yakından takip eden biri, Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzleminde kalkınması için niçin dışarıdan gelen bir itici güce ihtiyaç duyduğunu daha iyi anlar. Bu açıdan, AB perspektifinin Türkiye için neden hayati nitelikte olduğunu da daha iyi görür.
Son dönemde öyle şeylerle karşı karşıya kalıyoruz ki, dışarıdan gelen birinin bu ülkenin işkence, hoşgörüsüzlük, kadın ve çocuğa karşı sevgisizlik ve şiddet içinde yüzen karanlık bir yer olduğunu düşünmesi işten bile değil.
Biraz geçmişimizi inceleyerek de bu hususlarda, son elli yıldır verilen sözlere ve yapılan sözde reformlara rağmen, çok fazla bir şeyin değişmediğini kısa zamanda anlar. İşte bu yüzden, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın kısa bir süre önce söylediği bir şey Türkiye gerçeğini tam anlamıyla yakaladı.
Yılmaz’ın ekonomi hakkında basına bilgi verirken dile getirdiği bu husus, aslında siyasi olduğu kadar toplumsal yaşamımız açısından da önemli bir gerçeği yeniden ortaya koydu. IMF ile ilişkilere “bir sigorta satın almak gibi bakmak gerektiğini” belirten Yılmaz şöyle konuştu:

Hükümete inanan yok
“IMF bize ‘şunları yaparsanız, şöyle sonuç alırsınız’ dedi. Biz de yaptık. IMF bize bunları söylemeseydi, kendimiz yapsaydık aynı sonucu alacaktık. Ama demek ki iç dinamiklerimiz, birtakım reformlara yetmiyor. Dış dinamiklerin itmesi gerekiyor.”
Burada “IMF” yerine “AB”yi koyun, aynısı ortaya çıkıyor. AB olmasa Türkiye’nin çağdaş uygarlık yolunda ilerleme açısından “çapasız” kalacağı aşikâr.
Bugün hükümet istediği kadar teknik bilgileri sıralayıp ne kadar çok reform yaptığını anlatadursun, buna inanan yok. Nedeni ise malum. Tanzimat Fermanı’ndan günümüze kadar yapılan reformlar çoğu kez kâğıt üzerinde kalmıştır.
Bunun tek istisnası, bugün büyük kaybını bir kez daha hissettiğimiz Atatürk’ün sağ olduğu dönemdir. Biz Türkler açısından gerçekten “devrim” niteliğinde olan reformların “iç dinamiklere dayanılarak” yapıldığı ve uygulandığı tek dönem 1923-1938 dönemidir.
Ondan sonra ortaya çıkan “iç dinamiklerle” tekrar kademeli olarak gerileme dönemine girilmiştir. O kadar ki, 20'nci yüzyılın en önemli devrimcilerinden olmasına karşın, Atatürk bugün siyasi irticanın aracı haline gelmiştir.

Dış dinamikler de önemli
Dahası, Atatürk adına sürekli Batı düşmanlığı körüklenmektedir. Oysa Milli Kütüphane’de Atatürk’ün okuduğu kitapların listesi bulunmaktadır. Bu liste bile Atatürk’ün kafasındaki siyasi ve toplumsal modeli oluştururken ilhamını nereden aldığını ortaya koyuyor.
Fakat kendisini bugün putlaştıranlar, Türkiye için tasarladığı çağdaş toplum için sadece ilhamını değil, demokrasi, laiklik, kadın hakları gibi temel konulardaki teknik ve kurumsal altyapıyı da Doğu’dan değil, Batı’dan aldığını hatırlamak istemezler.
Türkiye’nin kalkınması o gün olduğu kadar, bugün de bu altyapı üzerinde ilerlemek zorundadır. Bu yol da, sadece dini değil, siyasi irticanın da geçer akçe olduğu ülkemiz için AB yoludur.
Bu, Türkiye’nin bir gün AB üyesi olmasını da gerektirmez. Koşullar öyle gelişebilir ki, belki günü geldiğinde Türkler bu üyeliği, Norveçliler gibi, nesnel nedenlerle istemeyebilirler.
Burada önemli olan, Türkiye için giderek hayati nitelik kazanan reformlardır. Bunun için de Durmuş Yılmaz’ın da belirttiği gibi, iç dinamiklerimiz yetmiyor. Dış dinamiklerin itmesi gerekiyor.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye için şu anda AB’den başka bir dış dinamiğin olmadığı kolayca görülür.