Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dışişleri bakanlarımızın önemli bir avantajları vardır. Altlarında Türkiye’nin en seçkin kadrolarından birinin olması kendileri için avantajın da ötesinde bir imtiyazdır. Ahmet Kurtcebe Alptemoçin ve Safa Giray’ı anımsayalım.
Dışişleri bakanı olana kadar dış politikayla ilgilenmemiş olmalarına karşın -ki bu durum bakanlıktan ayrılmalarından sonra da sürdü- Türkiye’nin dış politika yönetimi, bakanlığın bu yapısı sayesinde, hiç aksamamıştı.
Fakat elimizde rahmetli İsmail Cem örneği de var. Bu da, dışişleri bakanının girişkenliği ile kadrosunun yeteneklerinin birleşmesiyle ne tür olumlu gelişmelerin meydana gelebileceğini gösteren bir örnektir. Cem bu vasfa sahip olmasaydı Yunanistan ile uzlaşma sürecine girilebilir miydi? Bu tartışılabilir.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ı tanıyanlar ekonomik konularda çok  bilgili ve yetenekli olduğunu belirtiyorlar. Hatta bir “whizz kid”, yani “dâhi çocuk” olduğunu söyleyenler dahi var. Becerisini de zaten ilk AKP hükümeti sırasında gösterdi.

Haberin Devamı

Faninin kapasitesi sınırlıdır
Ancak biz, dış politika yönetimi açısından Sayın Babacan’ı eleştirmek zorundayız. Kaldı ki, diplomatik çeverlerde de de bakan olarak ağırlığını henüz hissettiremediğine dair kanaat yayılıyor.
Oysa ağır bir dış politika gündemi olan Türkiye’nin tam şu sıralarda ağırlığını hissettiren bir dışişleri bakanına ihtiyacı var.
Önemli dış politika sorunları karşısında olumlu performans gösterdikten sonra Cumhurbaşkanlığına çıkan selefinin gölgesi tabii ki göz ardı edilemez. Fakat kanaatimizce Babacan’ın bu rolü henüz dolduramamış olmasının nedenleri arasında biri öne çıkıyor.
Ne kadar yetenekli olursa olsun, sonuçta her faninin kapasitesi nesnel nedenlerden dolayı sınırlıdır.
Birçok kişi gibi biz de dışişleri bakanı olmasından sonra Babacan’ın başmüzakerecilik görevini bırakacağını sanmıştık. Zira bu iki zorlu işi bir arada başarıyla yürütmek kolay değil.

İyi bir orkestra şefi olmalı
İnsan fiziki olarak yapabileceğinden fazlasını üstlenirse o zaman yaptığı işlerin hepsinde başarısız olma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Biz Babacan’a başarısız demiyoruz. Ama atanmasından bu yana varlığını hissettirdiğini de söyleyemiyoruz.
Dışişleri bakanı olmak “teknik takip” kadar bir “prezans” meselesidir. Bu özellikle de AB ile ilişkiler için geçerlidir. Aralıkta kendisiyle yaptığımız mülakat sırasında AB Büyükelçisi Pierini’ye Babacan’ın performansını da sormuştuk.
Pierini de dolaylı yoldan yanıt vererek, üyelik müzakerelerinde kısa zamanda sonuç alan ülkelerin başarılarını çok iyi bir “orkestra şefi”ne sahip olmalarına bağlamıştı.

Haberin Devamı

Kapı kapı dolaşmalı
Türkiye için de çok önemli AB’nin olan son Lizbon zirvesi öncesinde Babacan’ın “orkestra şefi” olarak Avrupa’da kapı kapı dolaşıp kulis yapması gerekirdi. Fakat arayanlar kendisini o günlerde çok farklı coğrafyalarda farklı işlerin peşinde buluyorlardı.
Bu da kaçınılmaz olarak, AB’ye karşı bir “ilgisizlik” görüntüsü yansıttı ki, Batılı diplomatların şu anda en çok üzerinde durdukları konu da zaten AB’ye karşı AKP’de azaldığına inandıkları  ilgidir.
Uzun lafın kısası, Sayın Babacan’ın, her şeyde aynı anda başarılı olunamayacağını anlayıp ya dışişleri bakanlığını  ya da başmüzakereciliğini tercih etmesi gerektiğine inanıyoruz.