‘Kürt açılımı”nı en yakından izleyenlerin başında şehit ailelerinin gelmesi son derece doğal. Ateş düştüğü yeri yakar. Bu nedenle, şehit ailelerinin bu açılıma karşı olmalarında anlaşılmayacak bir şey yok.
İster terörizm, ister etnik çatışma, isterse topyekûn savaş olsun, arkasında her zaman acı, kin ve intikam duyguları bırakır. Fakat zaman da bu duygulara karşı bir tür ilaçtır. Yeni nesillerin ortaya çıkması yeni düşünce kalıplarını da gündeme getiriyor.
Bu da “empati” denen olgunun, yani “karşı tarafın yaşadığını hissederek anlama duygusunun” yeşermesi için ortam sağlıyor. Son dönemde Kıbrıs’ta bunu benzer bazı gelişmelerin yaşandığını görüyoruz.
Tiyatrocu Atilla Olgaç’ın “Rum esiri öldürdüm” itirafıyla başlayan süreç, 1974 harekâtı sırasında foto muhabir olan Ergin Konuksever’in resimlerini çektiği Rum esirlerin kemiklerinin bir kuyuda bulunmasıyla yeni bir boyut kazandı.
İlk kez Rum tarafı da...
Ardından bu kez Rum tarafından itiraflar gelmeye, esir alınan Türkleri nasıl öldürdüklerini anlatanlar ortaya çıkmaya başladı. Bu gelişme vicdanların Güney’de de pek rahat olmadığını gösterdi.
Gerçeklerin bu şekilde ortaya çıkması yakınları öldürülenlerin acısını elbette ki dindirmez. Fakat istenen barış ise başka yol da yok. Kısacası, barış her zaman acı hapların yutulmasını gerektirir. Bunu Kuzey İrlanda bağlamında da görüyoruz.
Başbakan Tony Blair zamanında kurulmuş olan “Geçmiş Konusunda Danışma Grubu” adlı komisyonun bu yılın başında yaptığı bir öneri, Katolikler ile Protestanlar arasında eski yaraları kaşıdı.
Hükümetin hâlâ değerlendirdiği öneri, yakınlarını terörizme kurban vermiş olan ailelere 12 bin sterlin tutarında tazminat ödenmesini öngörüyor. Burada Katolik-Protestan ayrımı yapılmıyor. Zira her iki toplumdan terörist çıktı. Kurbanlar açısından asker-sivil ayrımı da yapılmıyor.
İlk bakışta burada bir sorun görünmüyor. Sorun, tazminatın öldürülen teröristlerin ailelerine de ödenmesinin önerilmesinden kaynaklanıyor. Söz konusu komisyon, Kuzey İrlanda’da toplumlararası barışın bunu gerektirdiğini savunuyor.
Yakınlarını terörizme kurban vermiş olanlar, doğal olarak, “Öldürülen terörist için tazminat nasıl önerilir?” diye kıyamet koparıyorlar. Öldürülen teröristlerin aileleri ise, “Onlar terörist değil, kendi toplumlarını savunan cesur muhariplerdi” diye yanıt veriyorlar.
Mahkeme gibi komisyon
Bu argümanın sonu da kolay gelmez. Dediğimiz gibi ateş, sonuçta, düştüğü yeri yakıyor. Ancak hükümetlerin bu durumlarda daha geniş ve geleceği düşünerek hareket etmeleri gerektiği de ortada.
Barış ve huzur adına bazı acı hapların yutulmasının gerekli olduğu da açık. Güney Afrika’da yakın geçmişte olduğu gibi. Irk ayrımına dayalı düzen yıkıldıktan sonra o ülkede bir “Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu” kurulmuştu.
Bir mahkemeyi andıran komisyon, hem siyahların hem de beyazların terörizminden zarar görenlerin yanı sıra, suçlarını itiraf etmek isteyen teröristler ile güvenlik mensuplarına açıktı.
Komisyonun başkanlığını ise, Nobel Barış Ödülü sahibi, tanınmış “barış savaşçısı” rahip Desmond Tutu yapıyordu.
Komisyon üyeleri ile dinleyicilerin çoğu kez gözyaşları arasında dinledikleri mağduriyetlerle itiraflar Apartheid döneminin en karanlık yanlarını ortaya çıkarmakla kalmadı, uzlaşma çabalarına da önemli katkıda bulundu.
Ancak orada da başta suçlarını itiraf eden teröristlerin affedilmesi gibi, bazı acı hapların yutulması gerekti. Türkiye’de de artık bu konulara girdiğimize göre, bunların bilinmesinde yarar var.