Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye’yi lider ülkeler arasında görme hasretiyle yaşıyor. Türkiye’nin saygı duyulan, sözü dinlenen ve evrensel medeniyete katkıları olan bir ülke haline gelmesini hepimiz isteriz. Ama bunun önkoşulları var. Bunların başında da dünyayla barışık olan bir toplum geliyor.
Milliyet’in pazar günkü “Hoşgörü çok uzakta” başlıklı manşet haberi ise bu açıdan “ulusal fotoğrafımız”ı iyi çekmiş. Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Yılmaz Esmer’in öncülüğünde yapılan araştırmadan söz ediyoruz.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın da katkılarıyla yapıldığı belirtilen araştırma, Can Dündar’ın önceki günkü ifadesiyle, “topyekûn bir silkelenmeye, sosyal terapiye, ruhsal pansumana” ihtiyacımız olduğunu ortaya koyuyor.
Aslında her toplumda hoşgörüsüzlük var. Avrupa ve Amerika’nın da bu hastalıktan muaf olmadıklarını görüyoruz zaten. Ancak, Türkiye’deki durumun adeta “psikanaliz” gerektiren “patolojik” boyutlara ulaştığını da görüyoruz.
Söz konusu araştırmanın sonuçlarına bakılacak olursa, ne farklı ırk, kültür veya inançtan olanı, ne de farklı düşüneni, yaşayanı ve giyineni seven bir toplumuz. Kısacası, korkulara ve vehimlere teslim olmuş bir milletiz.
Bu durumda, doğal olarak, kendimizi sevip sevmediğimiz sorusu akla geliyor. Zira insanın başkasını sevebilmesi için önce kendisini sevmesi gerekiyor. Burada “bencillikten” de değil, daha derin bir şeyden söz ediyoruz.
Ulusal şizofreni
Etrafımıza baktığımızda bu sorunun yanıtı da maalesef ortada. Her zaman dediğimiz gibi, “Sempati isteyen, önce empatiyi öğrenmek zorunda.” Oysa biz “sevmeden sevilmek istiyoruz.” Sonra da, “Bizi niçin sevmiyorlar?” diye veryansın ediyoruz.
Söz konusu araştırma için sorgulananların yüzde 76’sı AB’nin Türkiye’yi bölmeyi hedeflediğini söylemiş. Peki, kimdir, nedir bu “hain AB?” Bu kişiler bunu biliyorlar mı?
Burada, ortak değerler etrafında birleşen 27 egemen gücün, barış ve halklarının refahı için kendi iradeleriyle kabul ettikleri bir yasal ve ekonomik yapılanmadan söz ediyoruz. Türkiye’yi bölmek için oluşturulan bir olgudan değil.
Kaldı ki, Türkiye yarın, “Vazgeçtim” diyecek olsa, asıl “Türkiye’nin AB’yi böleceğini” iddia eden Avrupalı sağcılar ile Türkiye’yi kendi AB üyeliklerinin önünde engel gören ülkeler bayram edecekler.
Fakat “ulusal şizofrenimizi” ortaya koyan başka faktörler de var. Örneğin, yapılan araştırmalar halkımızın yüzde 55’inin her şeye rağmen AB üyeliğinden yana olduğunu da ortaya koyuyor.
Birileri “Türkiye Avrupalı değil” deyince de hemen kızıyoruz. Kısacası, ne olduğumuzu ve ne istediğimizi de bilmiyoruz.
Bu arada başkalarını eleştirmeyi çok seviyoruz. Ancak, “Bir de kendimize bakalım” dediniz mi? Hemen tepki yağıyor. “Üçüncü dünya entelliğinden” tutun, “Türklüğünden nefret eden aşağılık kompleksli biri olmaya” varan her şeyle suçlanıyorsunuz.
Köklü devrime ihtiyaç var
Hollanda’da bir Türk kadının o ülkedeki ırkçılara karşı, yine o ülkenin mahkemesinde, bir zafer kazandığını önceki gün gazetelerimizde okuduk ve sevindik. Peki, burada sözü edilen araştırmada “Yabancıyı komşu istemem” diyen çoğunluğun ırkçılığına ne demeli? Bunu kime şikâyet edeceğiz?
“Görmüyor musun, araştırmayı İngiltere Dışişleri Bakanlığı finanse etmiş. Bahçeşehir Üniversitesi de İngiliz oyununa alet olmuş” diyerek, bizim aslında “çok hoşgörülü olduğumuzu” savunanların çıkacağını tahmin etmek de güç değil.
Bu kişilerden kime karşı hoşgörülü olduğumuz konusunda ayrıntılı ve aydınlatıcı bilgi bekliyoruz. Kaldı ki, Prof. Yılmaz Esmer’in öncülüğündeki araştırma “türünün ilki” de değil.
Geçmişte yapılan benzeri araştırmalardan da hep aynı sonuçlar çıkmıştı.
Özetle, “lider ülke” olmak için, eğitim sistemimizden başlayarak, köklü bir devrime, toplumsal dönüşüme ihtiyacımız var. Aksi takdirde, Sayın Davutoğlu ve onun gibi düşünenler kusura bakmasınlar, bu kumaştan “lider ülke” çıkmaz.