Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Biz Barak'a, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta yaptığı gibi, her ülkenin kendisini terör saldırılarına karşı koruma hakkı olduğunu, ancak misillemenin yapılan saldırıyla orantılı olması gerektiği şeklinde bir uluslararası anlayışın olduğunu belirterek şunu sorduk: İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak ile Ankara'nın önde gelen medya temsilcileriyle birlikte, dün kahvaltıda buluştuk. Bize verdiği mesajların özü ise, arkadaşımız Utku Çakırözer ile bir gün önce yaptığı özel söyleşide vardı. O söyleşideki sözlerini tamamlayan ilginç bazı görüşlerini aktarmakta gene de yarar var. İsrail'in 2006 yılında Lübnan'da yaptıkları, şimdi de Gazze'de yaptıkları orantılı olmadığı gibi, amaç da, terörü engellemekten çok, sanki bir halkı topluca cezalandırmakmış gibi görünüyor. Türk kamuoyu dahil, dünya kamuoyu da buna tepki gösteriyor. Sizce bu orantısız misilleme barış arayışlarını zorlaştırmıyor mu?"Aynı zamanda İsrail'in eski başbakanlarından ve savaş kahramanlarından olan Barak, yanıtında, uluslararası tepki ne olursa olsun, "cezai" nitelikli bu "orantısız misillemelerden" vazgeçmeyeceklerinin işaretini verdi. Bu konuda şunları söyledi:"Barış istiyoruz. Ancak, bu barış, komşularımızın İsrail'in askeri açıdan, terör yoluyla veya diplomatik oyunlarla yenilemeyeceğini kesin olarak öğrenmelerinden sonra olacak. Çünkü bu üç alanda herhangi bir başarı umudu gördüklerinde, bunu hemen kullanmaya kararlı görünüyorlar." Misillemeler sürecek Barak, Gazze'den tümüyle çekildiklerinde oradan artık terör saldırılarının gelmeyeceğini düşündüklerini, fakat tam tersinin olduğunu da ekleyerek "Halkımızı koruma görevimiz var. Bu da bu saldırılar karşısında yumuşak olmamıza olanak sağlamıyor" dedi. Bu çerçevede Başbakan Erdoğan'ın İsrail'in Gazze'deki operasyonuna gösterdiği sert tepki de soruldu Barak'a. Türkiye'nin de ulusal çıkarları için zaman zaman uluslararası tepkilere neden olan adımlar attığını anımsatan Barak, "Fakat egemen bir devlet, halkına karşı sorumludur. Bu nedenle de yapması gerekenleri yapar. Kaldı ki, Ortadoğu zayıf olana merhamet gösterilen bir yer değil" dedi.Aynı sert tutumu Lübnan'daki Hizbullah konusunda yansıtan Barak, 1996 yılında Lübnan'ı işgal eden İsrail'in yaşadığı askeri fiyaskonun tekrarlanmayacağını vurguladı. "Orada gücümüzü etkili bir şekilde kullanamadık. Hatalar oldu. Ama sizi temin ederim ki silahlı güçlerimiz Hizbullah'ı dize getirecek güçtedir" dedi. 'Halkımızı koruyacağız' Bu sözler bile İsrail'deki haletiruhiyeyi yansıtmaya yetiyor. Özetle bu ülke, maruz kaldığı ve kimsenin inkâr edemeyeceği terör saldırılarına karşı ölçülü bir "mukabele-i bil misil" yaklaşımı yerine, kendisini orantısız bir "mukabele-i bin misil" anlayışına teslim etmiş görünüyor. Bu nedenle de Barak ile kahvaltımızdan, Ortadoğu sorununun yakın bir tarihte çözüm bulacağına dair herhangi bir umut ışığı görmeden ayrıldık. Barak'ın, "Kurtlar Vadisi"ni çağrıştıran, "Zayıf olana merhamet yok" sözü ise, Arap-İsrail çatışmasını bu koşullarda bir yüzyıl daha sürebileceğini gösterir nitelikteydi. 'Zayıf olana merhamet yok' TÜRKİYE İLE NORMALLEŞME İSTENİYOR Başlarken Dağın ardındaki ülke Ermenistan Aksine, daha birkaç gün önce Münih'te düzenlenen güvenlik zirvesi sırasında Başbakan Erdoğan ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan arasında geçen sert sözler var olan gerginliği daha da artırmış bulunuyor. Ermenistan, 19 Şubat'ta cumhurbaşkanlık seçimlerine gidiyor. İkili ilişikler açısından fazla bir şey getirmeyen "Koçaryan dönemi" böylece kapanıyor. Cumhurbaşkanlığı sırasında Türkiye'ye salt milliyetçi bir açıdan değil, aynı zamanda pragmatik bir açıdan bakmaya çalışan Ermenistan'ın ilk Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan da (1991-1998) yarışa katılmış durumda. Ancak, cumhurbaşkanlığı sırasında işlediği vahim hataları unutmayan Ermenilerin kendisini tekrar seçmeleri ihtimali zayıf görünüyor. "Cumhuriyet Partisi" adına adaylığını koyan Başbakan Serj Sarkisyan'ın kazanacağına ise kesin gözüyle bakılıyor. Türkiye ile Ermenistan arasında aşılması zor görünen bir duvar var. İki ülke ne görüşüyor ne de konuşuyor. Duvarın harcını ise tarihten miras kalan kemikleşmiş korkular oluşturuyor. Bu yüzden, karanlık sayfaların dışında çok şey paylaşmış olsalar da, iki millet arasındaki düğüm çözülemiyor. Gözlemciler, Ermenistan'ın bağımsızlıktan bu yana demokratik seçimler açısından AGİT ölçütlerinin gerisinde kaldığını anımsatıyorlar. Halen Erivan'da bulunan AGİT denetleme heyeti de zaten sık sık şikâyette bulunuyor. Kısacası, kurulu düzenin olanakları da zaten Sarkisyan'ın kazanmasından yana işletiliyor. Cumhurbaşkanı Koçaryan'ın da tercihi olan Sarkisyan'ın bir diğer özelliği, Koçaryan gibi, Karabağ kökenli olması. Bu da kendisini "milliyetçilere" yakın kılıyor. Fakat, "ekonomik kalkınma" vaat eden Sarkisyan'ın da birçok konuda pragmatik düşünmeye zorlanacağı sanılıyor. Buna rağmen Sarkisyan döneminin Türkiye ile ilişkiler açısından ne getireceği belli değil. Bu arada Türk tarafındaki sorunlar da bu açıdan olumlu gelişmeleri engelleyebilir. Ermeni diyasporasının yararlı gelişmeleri zehirleme potansiyeli ise her zaman mevcut.Ancak, Ermenistan'ın çok ciddi bir açmazı var. Türkiye ile ilişkilerinin normalleştirilmesi kendisi için "hayati" bir nitelik kazanmış bulunuyor. Zira, bugün dünyaya sadece Gürcistan üzerinden Rusya yoluyla ve İran üzerinden açılabiliyor. Bu yollardan gelen ekonomik yarar ise sınırlı. AGİT şikâyet ediyor Özetle, Türkiye ile Azerbaycan'ın 14 yıldır uyguladıkları ambargo, Ermenistan'ın ciddi ekonomik sorunlarından sıyrılmasını çok güçleştirmiş. Ankara'nın izin verdiği İstanbul-Erivan uçuşlarının bu açıdan yeterli olmadığı ise ortada. İktidar, tüm zorluklara karşın, son yıllarda belli bir büyüme hızını yakalamış olsa bile, bunun halkın refah düzeyini artırması için zamana ihtiyaç olduğu biliniyor. Bu ortamda, özellikle işsiz gençler arasında, Batı'ya göç kronik bir sorun haline dönüşmüş; ki Türkiye bile, az da olsa, bu göçten pay alıyor. Fakat, bir yandan soykırım meselesinin ağır gölgesi, diğer yandan Karabağ ihtilafından kaynaklanan diplomatik sorunlar, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi önünde ciddi engel oluşturmaya devam ediyor. Erivan'ın Türkiye'nin sınırlarını tanıyıp tanımadığı konusundaki tartışmalar da işi içinden daha da çıkılmaz hale getiriyor. İşin içinden çıkılamıyor Türkiye'nin soykırımı tanıması ne kadar imkânsızsa, Ermenistan'ın soykırım iddialarından vazgeçmesi de o kadar imkansız görünüyor. Azerbaycan'ı mutlak anlamda destekleyen Türkiye'nin, Karabağ sorununda tarafsızlığı seçmesi de mevcut ortamda, pek mümkün görünmüyor. Hükümet yetkilileri, önde gelen siyasetçiler ve kanaat önderlerinin bu düğümün çözülmesi için neler önerdiklerini kendi ağızlarından dinlemek amacıyla, "Dağın ötesindeki ülke" Ermenistan'a gittik. Yazdıklarımızın yeni bir diyalog zemininin oluşturulmasına katkıda bulunup bulunmayacağını bilmiyoruz. Ancak, iki taraftaki siyasetçilerin liderlik göstermemeleri durumunda bu iki ülke arasında verimli bir diyaloğun başlayabileceğini düşünecek kadar da saf değiliz. Bu açıdan da çok umut vaat eden gelişmeler göremiyoruz. İki imkânsızlık İlk kez ziyaret ettiğim Ermenistan'a gitmeden önce itiraf etmeliyim ki biraz endişeliydim. Zira, Ermeni meselesine sık sık değinen bir yazar olarak, özellikle aşırı milliyetçi diyaspora Ermenilerinden zaman zaman çok sert ve saldırgan mesajlar alıyorum. Dahası, gençliğimde bir süre yaşadığım ve çok büyük bir Ermeni toplumunun bulunduğu Los Angeles'ta, Ermenilerin bulundukları ortamlarda Türk olduğumu tepki çekmeden kolay kolay söyleyemediğimi de anımsıyordum. Bu nedenle, Ermenistan'a hareket etmeden önce, Erivan Basın Kulübü başkanı dostum Boris Navasardiyan'a bu konudaki düşüncelerini soran bir mesaj geçtim. Sorumu garipseyen Navasardiyan'ın, her ülkede olabilecek istisnalar dışında, Erivan'da herhangi bir sert tepkiyle karşılaşmamın çok zayıf bir ihtimal olduğunu söylemesi açıkçası rahatlatıcı oldu. Ağrı Dağı (Ararat), Erivan'dan sanki dokunulacak mesafedeymiş gibi görünüyor. 'Ararat', sadece Ermenilerin ulaşılamaz görünen emellerinin simgesi değil. Aynı zamanda Nuh Peygamber nedeniyle kutsal sayılıyor. Özellikle yaşlı Ermeniler Ararat'a bakarak haç çıkarıyorlar. Nitekim, foto muhabir arkadaşım Altan Burgucu ile birlikte Erivan'da kaldığımız bir hafta boyunca her gittiğimiz yerde Türk olduğumuzu açık açık yansıttık ve ne sert bir söz, ne de suçlayıcı bir tavırla karşılaştık. Aksine, konuştuğumuz kişilerde büyük ilgi ve hasret uyandırdığımızı hissettik.Böylece, ayaküstü konuştuğumuz kişilerin Van, Kars veya Erzurum gibi kentlerimizi görmek için duydukları özleme tanık olduk. Bize "kardaş" diye hitap eden Ermenilerin yer yer Azeri, yer yer de İstanbul lehçesiyle Türkçe konuşarak akıllarına gelen komik tekerlemeleri söylemeleri de sıcak diyalogların kurulmasına vesile oldu. İstanbul'u görmeye gelince, bunun, tanıştığımız hemen hemen herkesin en büyük özlemi olduğunu anladık. Bu arada, İstanbul'a iş için sık sık giden kişilerin "şanslı" sayıldıklarına tanık olduk. Türkiye'ye özlem Herkes karşı tarafa saldırmak için malzeme arıyor. Petrosyan'ın, kazanması halinde Türkiye ile ilişkilere farklı bir açıdan bakacağını ortaya koyan söylemi, özellikle aşırı milliyetçi kesimin "ihanet" suçlamalarına yol açmış bulunuyor. Nitekim, hem eski dışişleri bakanlarından, hem de sonuçsuz kalan Türk-Ermeni Uzlaşma Komitesi üyesi olan Arzumanyan'ın, bizim için "Kendisiyle seçimlerden sonra görüşürüm" demesi bile bu söylenenleri doğrular nitelikteydi. Türkiye ile ilgili bu aşırı duyarlılığın bir diğer örneğini, cumhurbaşkanı adaylarından eski başbakan ve savunma bakanı Vazgen Manukyan ile yaptığım görüşmeden sonra gördüm. Ülkenin en tanınmış siyasetçilerinden biri olan Manukyan ile mülakatımdan bir gün sonra Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü Vladimir Karapetyan ile telefonda konuşurken, gülerek, "Bakıyorum, daha ilk günden haber olmayı başardın" dedi. "Hayrola, ne yapmışım ki?" diye sorduğumda, Manukyan'ın benimle yaptığı mülakat hakkında Ermeni medyasına ayrıntılı bilgi verdiğini söyledi. Avlanan avcı durumuna düşmüştüm. Avlanan bir avcı gibi... Ermeni dostlarıma, "Peki, bu normal mi?" diye sorduğumda, bunun da Türkiye'ye ve özellikle de Türk basınına karşı duyulan güvensizliğin farklı bir yansıması olduğunu belirttiler. Türk basınına verilen demeçlerin şu veya bu şekilde çarpıtıldığına dair genel bir kanıya işaret ederek, Manukyan'ın, bir Türk gazeteciyle yaptığı mülakatın Ermenistan'da siyasi istismar konusu yapılmaması için bu yolu seçmiş olabileceğini söylediler. Bu arada, Cumhurbaşkanı Koçaryan ve Başbakan Sarkisyan'dan istediğimiz mülakatların da büyük olasılıkla bu nedenle geri çeviriliğini belirttiler. Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan'ın mülakat talebimizi kabul etmesini ise "mevcut ortamda çok önemli bir gelişme" olarak nitelediler. Bu duyarlılığa karşın, Ermenistan'da konuştuğumuz herkesin Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesiyle sınırın açılmasının önemini vurgulaması dikkat çekiciydi. Ermeni diyasporasının aksine, Ermenistan'ın asıl derdi, Türkiye ile "tarihi bir hesaplaşmaya" girmek değil. En azından konuştuğum kişilerden edindiğim izlenim bu. Türk basınına güvensizlik Ermenistan'da Türkiye ile ilgili bu duyarlılığın, olumsuz demeyelim, ama, farklı bir yansımasını da gördük. Örneğin, cumhurbaşkanı adayı Levon Ter Petrosyan görüşme talebimizi kesinlikle kabul etmediği gibi, sağ kolu olan Aleksander Arzumanyan da reddetti. "En azından basın danışmanıyla görüşelim" dediğimizde yine bir duvar ile karşılaştık. Bu tavrı Ermeni arkadaşlarımıza sorduğumuzda fazla şaşırmadılar. "Petrosyan'ın kazanmasının Türkiye için iyi olacağını belirten Türk basınındaki yorumlar, muhaliflerine fırsat sağladı. 'Alın işte! Türkiye'nin adamı' diye kendisine saldırdılar" sözleriyle durumu açıklamaya çalıştılar. Ben de yazılarımda bu yorumda bulunduğum için, bu da Ermenistan'da bilindiği için, Petrosyan kampının bu hassasiyetini, onaylamasam dahi, en azından anlıyorum. Zira, cumhurbaşkanlığı seçimi için yürütülen kampanyalar, bizdekileri hiç aratmayacak suçlamaların savrulduğu çok sert bir ortamda geçiyor. Duyarlılığın diğer yüzü Ermenistan'ın asıl derdi, Türkiye ile ilişkileri normalleştirip hem tecrit edilmişlik duygusundan kurtulmak, hem de Batı'yla olan en önemli sınır kapısının açılması suretiyle, ülkenin ekonomik kalkınmasını hızlandırarak 1991'den bu yanan nüfusun üçte birinin gitmesine neden olan göçü durdurmak. Bu arada, Ermenistan'ın Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hattı ile Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projelerinden dışlanarak coğrafi olarak baypas edilmesi de Ermenileri derinden sarsarak, Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesinin stratejik önemini çarpıcı bir şekilde ortaya koymuş. Ancak, mevcut durumun nasıl değişeceği hiç de belli değil. Zira Ankara, "Bağımsızlık Bildirgesi", "Bağımsızlık Kararı" ve "Ermenistan Anayasası" olmak üzere, bugünkü Ermenistan için önem arz eden üç temel belgede, Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne yönelik saldırı görüyor.Hal böyle olunca, Erivan'ın çok arzuladığı diplomatik ilişkilerin kurulamayacağını söylüyor. Aynı şekilde, Ermenistan'ın sınırın açılmasına dönük taleplerine, "Tanınmayan bir sınır nasıl açılır ki?" diye yanıt veriyor. Peki, başta Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan olmak üzere, önde gelen Ermeni siyasetçileriyle akademisyelerin bu soruya yanıtları nedir. Bir sonraki bölümde buna bakacağız. Tanınmayan sınır... YARIN sidiz@milliyet.com.tr Ermenistan, Kars Antlaşması'nı tanıyor mu?