“Ermeni cephesi bu yıl sakin geçiyor” başlıklı son yazım üzerine özellikle Amerika’dan epey mesaj aldım. Çoğu, “Hiç de öyle değil” diyerek ülke çapında soykırım konusunda düzenlenen toplantılara işaret ediyordu.
Oysa o yazımda, Ermenilerin bu tür çabalardan vazgeçeceklerini düşünmenin “saflık olacağını” belirtmiştim. Konunun “siyasi boyutuna” işaret ederek, bu yılın bu açıdan sakin geçtiğini anlatmaya çalışmıştım.
Meselenin “siyasi” değil de “tarihi”, daha doğrusu, “tarihi araştırmalar” boyutuna gelince, işlerin o kadar basit olmadığı aşikâr. Ocak ayında Ermenistan’ı ziyaret ettikten sonra Milliyet için hazırladığım dizide de konuyla ilgili tarihi araştırmaların yeni boyutlara çıktığını belirtmiştim.
Siyasi girişim engellenmeli
Hatta bir örnek de vererek, TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun da gündeme getirdiği, fakat ardından sustuğu veya susturulduğu -“Türkiye’deki gizli Ermeniler” konusunda Ermenilerin yaptıkları araştırmalara işaret etmiştim.
Özetle, Türkiye, artan ekonomik ve siyasi gücüyle, Ermenilerin siyasi girişimlerinin önünü kesebilir. Ancak, “siyasi boyut” için geçerli olanın “tarihi boyut” için de geçerli olacağını düşünmek yanlıştır. Zira tarih yazmak üzerinde siyasi ipotek yoktur.
Yazılanın “gerçek” veya “yalan” olduğunu ise profesyonel tarihçiyle bilinçli okur, yazarın uyguladığı “metodolojiye,” kullandığı kaynaklarla bunları kullanma şekline ve bu konuda başkalarının yazdıklarına bakarak değerlendirir.
Başka bir ifadeyle, bir Türkün çıkıp, “Vahan Dadriyan, Israel Charny ve Christopher Walker yalancıdır” demesi veya bir Ermeninin çıkıp “Esat Uras, Justin McCarthy ve Heath Lowry yalancıdır” demesi tek başına hiçbir şey ifade etmez. “Yalan yazıldığını” iddia eden kişilerin de nesnel olarak ikna edici olmaları şart.
Bu arada, “Soykırım oldu” veya “Soykırım olmadı” diyenleri yasalarla sindirmeye çalışmanın da “tarihi araştırmalar” açısından hiçbir değeri yoktur. Bu girişimler sadece, o yasaları koyan ülkeler hakkında bir şeyler söyler, o kadar.
Saldırmadan önce dinleyelim
Hunharca öldürülen dostumuz Hrant Dink, “Benim doktorum ne Amerikalı ne de Fransızdır, doktorum Türktür” derdi. Bununla “Bu işi ancak Ermenilerle Türkler aralarında çözerler” demeye çalışırdı. Biliyorum, çünkü kendisine sormuştum.
Yarın Bilgi Üniversitesi’nde, Londra’daki Gomidas Enstitüsü’nün Genel Direktörü Ara Sarafyan “24 Nisan’da ne oldu?” adlı bir konuşma yapacak. Bir Ermeninin Türkiye’de, üstelik 24 Nisan’da bu konuşmayı yapabilmesi önemli bir gelişmedir.
Bu yüzden, kendisine saldırmadan, söylediklerini dinlemeliyiz. Söylenenleri beğenmiyorsak da yanıtlarımızı bilinçli bir şekilde ve suhuletle ortaya koymalıyız. Kaldı ki, Hürriyet’te Sefa Kaplan’la önceki gün söyleşisi çıkan ve “Türk ile Ermeni fanatikler birbirlerini besliyorlar” diyen Sarafyan, ikna edilmeye açık olduğunu ortaya koyan sözler de sarf etmiş.
1915’te olanlar oldu. Her iki tarafta akla sığmayacak sayıda insan akla sığmayan insanlık dışı koşullarda öldü. İşlerin nasıl o noktaya vardığını gerçekten öğrenmek ve bundan sağlıklı dersler çıkarmak ise iki milletin de yararındadır.
Ancak bunun olması için “empatiye” ihtiyaç var. “Empati” göstermeyenin “sempati” bekleyemeyeceğini unutmayalım.