Dünyada değişen dengelere en hazırlıklı olması gereken ülkelerin başında geliyoruz. Bunun Türkiye’nin jeostratejik konumunun bir gereği olduğu aşikâr. Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, hangi tarafa dönersek dönelim, aktif siyasi fay hatlarıyla çevrili olduğumuzu kolayca görürüz.
Bu da haliyle son derece dinamik ve yapıcı, yani “proaktif” bir Türkiye’yi gerektiriyor. Başka bir deyişle, kontrolü dışındaki gelişmeler yaşandıktan sonra harekete geçip durumu kurtarmaya çalışan değil, olası gelişmelere göre önceden alternatifli politikalar geliştirmiş olan bir Türkiye’yi.
Ancak, gelin görün ki Türkiye hiç de bu konumdaki bir ülke görüntüsü vermiyor. Aksine, tehlikeli sularda rotasını bulmaya çalışan geminin kaptan kökünde kavga eden bir ülkeye benziyor.
Erdoğan’ın enerjisi
Dünyanın içine girdiği bu değişim ortamında Başbakan Erdoğan’ın tüm enerjisini iç siyasi hesaplaşmalara yöneltmesi Türkiye açısından son derece talihsizdir. Dışarıdaki değerlendirmeler de bundan çok farklı değil. Kendisinden başta çok şey beklenirken şimdi hayal kırıklığı yaşanıyor.
Batı’nın önemli gazetelerinde yer alan yorumlar da bunu açıkça yansıtıyor. Oysa Erdoğan’ın ilk işbaşına geldiği günleri anımsayalım. Time dergisi kendisini “21’inci yüzyılın en etkin liderlerinden biri” olarak lanse edecek kadar ileri gitmişti.
“Statükoyu bozup” reformlar suretiyle Türkiye’yi AB üyeliği yolunda ilerletecek, bu arada “medeniyetler çatışması”nın üstesinden gelinmesinde tüm dünyanın takdirini toplayan hamleler yapacaktı. Fakat ne oldu?
Gitti “proaktif Erdoğan”, geldi “reaktif Erdoğan.” Üstelik, dış politika açısından en dinamik olunması gereken bir dönemde. Kendisine başta prim verenlerde, “Demek ki gerçek Erdoğan o değil, buymuş” düşüncesinin ortaya çıkması bu durumda kaçınılmaz oluyor.
Gürcistan krizi Türkiye’yi tümüyle hazırlıksız yakaladı. Bir olumlu yan ürünü olarak Türkiye ile Ermenistan arasında uzlaşma arayışına neden oldu; bu doğrudur. Fakat, gelişen küresel dengeler karşısında Türkiye’nin içinde yer alması gereken oluşumlar açısından hesapları bozdu.
Aslında, ABD’nin Irak’ı işgal etmesi çerçevesinde yaşanan gelişmeler de Ankara’yı hazırlıksız yakalamıştı. Bu da geleneksel bazı hesapları ciddi şekilde bozmuştu. Türkiye kendisi için hayati önem taşıyan dinamiklerin dışında kalmış, gelişmelere sadece tepki gösteren ülke konumuna düşürmüştü.
Özetle, Irak ile Gürcistan’ın işgallerinde Türkiye fırsatlardan çok risklerle karşı karşıya kaldı. Durumu ise arkadan toparlamaya çalıştı. “Kafkasya Platformu” fikri de bu çerçevede ortaya çıktı. Irak konusundaysa hâlâ gelişmeleri doğrudan etkileyecek konumunda değiliz.
Dünyaya hazırlıklı olma
Doğrudur. Ankara’nın Ortadoğu’da önayak olduğu dolaylı Suriye-İsrail görüşmeleri dikkat çekti. Kafkaslar’daki Ermenistan açılımı ise takdir toplamaya devam ediyor. Bu iki gelişme Avrupa’da Türkiye’ye olumsuz bakanları meseleye bir daha bakmaya da sevk ediyor.
Fakat, jeostratejik konumu ve bundan kendisine yansıyan olumsuzluklar göz önünde tutulduğunda, bunların tek başına yetmediği görülür.
Temennimiz, Başbakan Erdoğan’ın, “AB çapası”nı zayıflatmanın risklerini de anlayarak, Türkiye’yi, gereksiz gerginliklere sürüklemeden, dünyada hızla değişen koşullara hazırlıklı hale getirmesidir.