Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Nitekim Batılı dostlarımız şu sıralarda Erdoğan'a, Almanya'daki Türklere dönük olarak, "insanlık suçu" nitelemesiyle dile getirdiği, "asimilasyon" konusunda Türkiye'nin karnesini hatırlatmak için adeta sıradalar. Neyi kastettiklerini burada açmamıza gerek de yok. Ne derler: "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az." Tabii burada bazıları, "Erdoğan 'asimilasyon'dan söz ediyordu, 'entegrasyon'dan değil" diye Başbakan'ı savunmak isteyebilir. Ancak, Almanya'daki Türkler için kendi dillerinde eğitim görecekleri okullar istemesi, sadece Erdoğan'ın "entegrasyon" fikrine de karşı olduğunu göstermiyor, Türkiye'nin kendi içindeki durum açısından, "cam evlerde yaşayanlar" sözünü tekrar anımsattırıyor. Başbakan Erdoğan'ın Almanya'da başlattığı son derece lüzumsuz "asimilasyon" tartışması, AKP'nin AB perspektifine bağlılığı konusundaki kuşkuları körüklemekle kalmadı. Bu sözler aynı zamanda, hem Avrupa'daki Türkiye karşıtlarına malzeme sağladı, hem de dünyaya "Cam evde yaşayanlar başkalarını taşlayamazlar" sözünü anımsattı. Bu durumda Erdoğan'ın, "Türk milliyetçiliğini topraklarımıza taşıdı" başlıklarıyla Alman basınında bombardımana tutulması şaşırtıcı değil. Alman sağına, "Türklerin uyum sağlama niyetleri yok. En iyisi ülkelerine dönüp asimile olma korkusu olmadan mutlu mutlu yaşasınlar" deme kozunu vermiş olması da şaşırtıcı değil.Erdoğan'ın sözleri AB içinde de tartışmaya yol açmış bulunuyor. Hollanda Entegrasyon Bakanı Ela Vogelaar, Erdoğan'ı eleştirdiği demecinde, "Vatandaşlarımızın geldikleri ülkelerle bağlarını sürdürmeleri normaldir. Ancak, buradaki toplumun bir parçası olmak zorundalar" diye konuştu.Hollanda hükümeti de, muhafazakâr VVD Partisi'nin talebi üzerine, konuyu AB nezdinde gündeme getirme kararı aldı. Yakında Avrupalı liderlerden Erdoğan'a, "AB'nin ne anlama geldiğini" anımsatan ve AB üyeliği konusundaki samimiyetini sorgulayan bir açıklamanın gelmesi de şaşırtıcı olmayacaktır. Erdoğan AB'de tartışılıyor AKP, 22 Temmuz'daki seçim başarısından sonra AB konusunda beklenen performansı ısrarla göstermiyor. Erdoğan'ın, "Bizi almazlarsa Kopenhag Kriterleri'ni Ankara Kriterleri yapıp yolumuza devam ederiz" sözünün ne denli boş olduğu da böylece ortaya çıkıyor. AKP, aksine, -türban meselesinde olduğu gibi- AB'yi kendi gündemi için istismar etmeye hazır olduğunu gösterdi. Nitekim Dışişleri Bakanı Babacan'ın "Türbanı AB için serbest bırakıyoruz" sözünden daha "sinik" bir yaklaşım olamazdı. Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan'ın zamanında demokrasi için yaptığı "tren" benzetmesi aslında AB perspektifi için geçerliymiş. AKP'nin istismarı AKP'nin, kendi gündemini gütmek amacıyla olsa bile, AB uğruna attığı olumlu adımlar yine de Türkiye açısından kazanımlardır. Fakat bu hükümetin AB konusundaki asıl niyetleri ortaya çıkmaya başladığına göre, AB perspektifinin ve dolayısıyla da demokratik, laik ve kalkınmış Türkiye perspektifinin takipçisi kim olacak? Bu aşamada sorulması gereken asıl soru budur. Bundan çıkan diğer bir soru ise, "AB perspektifinin takipçisi ortaya çıkamazsa, Türkiye'nin geleceği açısından bunun anlamı ne olur?" Umarız, Türkiye'deki gelişmelerden kaygı duyanlar bu soruların yanıtlarını da arıyorlardır. AB perspektifi Erivan'da 'SOYKIRIM' iddiasının ağır gölgesi Erivan'da, Türkiye ile diyalog sürecinin başlaması Ermenilerin en büyük arzularından biri olarak çıktı karşımıza. Fakat, iki taraf, nadiren de olsa bir araya geldiğinde, "soykırım" konusu gölgesini, şu veya bu şekilde hep hissettiriyor. Sonuçta, Türk-Ermeni ilişkileri açısından temel bir gerçeği kabul etmek zorundayız. Türkler arasında 1915'te olanlar hakkında farklı görüşler ortaya çıkmaya başlasa da Türk devletinin "soykırımı" tanıması imkânsızmış gibi geliyor bize. Ancak, Ermeni devletiyle milletinin "soykırımı" inkâr etmeleri de aynı ölçüde imkânsız görünüyor. Sonuçta, 1915'teki hadiseler Ermenileri milletçe ebediyen dağlamış ve ulusal kimliklerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş. Peki, bu durumda ne olacak? Prof. Mim Kemal Öke'nin tabiriyle, iki millet arasındaki bu "yüzyılın kan davası", her iki devletin başını giderek daha fazla ağrıtmaya ilelebet devam mı edecek? "Soykırım Anıtı ve Müzesi" alanında Hrant Dink'in öldürülmesinin birinci yıldönümünü anmak için açılan köşe. Dink'in resminin üzerinde bulunan ve duvara yontulmuş olan yazıda, Ermenice Dink'in doğduğu kent olan "Malatya" yazıyor. Ermeniler arasında, bu konuda nelerin yapılması gerektiği hususunda farklı görüşler olduğu anlaşılıyor. Ermenistan ile diyaspora arasında da bir mutabakat yok bu konuda. "Tehcirin ürünü" olması nedeniyle Türklere karşı daha katı olduğu belirtilen diyasporada, "rövanşist" duygular ağır basıyor. Ermenistan'da da eski Kanada Büyükelçisi Ara Papian gibi düşünenler var tabii. Ancak, Erivan'daki egemen güçler konuya, daha pragmatik bir yaklaşımla "ulusal güvenlik" ve "ekonomik çıkarlar" açısından bakıyor. Türkiye'den bu aşamada "kolektif tazminat talebinde" bulunmanın çok gerçekçi olmadığını da anlıyorlar.Bu yüzden, Ankara ile ilişkilerin normalleşmesinin orta ve uzun vadede daha yararlı olacağına inanıyorlar. Kısacası, Batı'ya giden yolun Türkiye üzerinden geçtiği artık görülüyor. Türkiye'nin AB üyeliği de Erivan tarafından bu nedenle destekleniyor. Rövanşist duygular Erivan'da, eski Başbakan ve Savunma Bakanı ve Ulusal Demokratik Birlik Partisi'nin 19 Şubat seçimlerindeki cumhurbaşkanı adayı Vazgen Manukyan ile "soykırım" konusunu da konuştuk. Kendisi Ermenistan'ın popüler siyasetçilerinden. 1996'da cumhurbaşkanlığı seçimlerini dahi kazanmış. Ancak, burada bize söylenene göre, cumhurbaşkanlığı, o sırada Cumhurbaşkanı olan Levon Ter Petrosyan tarafından "elinden çalınmış." O gün bugün iki siyasetçi arasına kara kedi girmiş. Ermenistan'da Manukyan için işittiğimiz en ilginç söz, "Elinde, halkın desteğinden başka bir şey yok, onun için kazanamaz" oldu. Bu cümle bile Ermenistan'daki siyaset hakkında çok şey söylüyor. 'Halk sorumlu değil' Manukyan, aynı zamanda bize, diyaspora Ermenilerinin Türkiye'ye, Ermenistan'daki Ermenilerden daha sert baktığını söyleyenlerden. Ailesinin Vanlı olduğunu anlatan Manukyan, "Soykırımla ilgili benim kendi tutumum var" diyerek şöyle konuştu:"Soykırımları halklar değil hükümetler yapar. Soykırım gerçeğini kabul etmek, Türk halkı için bir ayıp değil. Osmanlı hükümetinin yaptığı kötü bir şeyi öğrenir ve ileri gider. Yoksa, Ermeni soykırımı Türk halkı üzerinde kötü bir leke değildir."Manukyan, "1990'lı yıllarda biz hükümet olarak, Türkiye ile normalleşmeyi bu çerçevede gördük. Halkı töhmet altında bırakmadan soykırım meselesini çözeriz diye düşündük" dedi. Ancak, Türkiye'nin Karabağ savaşında Azerbaycan'ı desteklemesi ve sınırı kapatmasından sonra bu şansın kaybedildiğini söyledi. Manukyan, "1998 yılında işbaşına gelen yeni iktidar (Koçaryan iktidarını kastediyor), ilk iktidarın yaptıklarının sonuç getirmediğini görerek, soykırım konusunu ön plana çıkardı" diye ekledi. 'Diyaspora daha sert' Vazgen Manukyan'ın görüşüne Agos gazetesinin Erivan Temsilcisi Tiran Lokmagözyan da katılıyor. Hrant Dink'in kardeşine ait 'Konstantinopolis" adlı bir kitap ve kırtasiye evinin yöneticisi de olan İstanbul kökenli Lokmagözyan, Manukyan'ın işaret ettiği yola atıfta bulunarak şunları söyledi:"Bu yoldan gidilseydi ve iki ülke arasında ekonomik ilişkiler geliştirilseydi Erivan soykırım dosyasını açmazdı. Özetle, Türkiye akıllı davransaydı Ermenistan bugün cebindeydi. Ama keskin sirke küpüne zarar verdi. " Dink'in kardeşi Spor tarihine merak duyan "Soykırım Anıtı ve Müzesi" Müdürü Hayk Demoyan, bize 1912'de yapılan Stockholm Olimpiyatları'na Osmanlı bayrağı altında katılan Ermenilerin resimlerini gösterdi. Bunlardan biri de resimde sağda ikinci sırada yarışan Vahram Papazyan adlı Ermeniymiş. Demoyan, bu gibi konuların araştırılıp iki milletin yakınlaşmasına katkıda bulunulmasını istiyor. Tarihçiler Komisyonu meselesini, Erivan'ın en yüksek tepesinde yer alan ve Ağrı Dağı'na bakan "Soykırım Anıtı ve Müzesi"nin Müdürü Hayk Demoyan'la da konuştuk. "Bu anıtımız, aynı zamanda Türkiye'nin tarihiyle ilgilidir" diyen Demoyan'ın, Tarihçiler Komisyonu fikrine en açık olan Ermeni yetkililerden biri olması bizi biraz şaşırttı.Ancak, Demoyan bunun, "Aklı başında ve pragmatik sonuçlar almaya dönük bir girişim olması gerektiğini" belirtti. "Komisyonda kimler yer alacak, bu da önemli" diyerek, "Örneğin, Türk tarafında Taner Akçam ile Yusuf Halaçoğlu'nun bir araya geldiklerini hayal etmekte biraz zorlanıyorum" diye ekledi. 'Anıt' müdüründen komisyona destek Demoyan, tarihçilere iki millet arasında yaşanmış güzellikleri ortaya çıkarma görevinin de düştüğünü söyledi. Özel merak alanının spor tarihi olduğunu da belirterek, bize Osmanlı dönemindeki Ermeni sporcuların tarihi kartpostallarını gösterdi. Bunlardan en ilginci, 1912 Stockholm Olimpiyatları'na Osmanlı devleti adına katılan Vahram Papazyan'ın resmiydi. "Her iki tarafa, iki milletin insani yanlarını gösterebilmemiz lazım. İki ülkenin de şifaya ihtiyacı var" diye konuşan Demoyan, şu anda, Çanakkale'de Osmanlı ordusunun saflarında çarpışan Ermeni subaylarla ilgili bir araştırma üzerinde çalıştıklarını söyledi. "Ermenilerin Ruslar ile işbirliği yaptığı hep belirtilir, oysa Türkiye'de kim Rusların Osmanlı ordusunda esir aldıkları 10 bin Ermeniyi Sibirya'ya sürdüğün biliyor ki" diye ekleyen Demoyan, aynı şekilde Ruslarla 1887'de patlak veren "93 Harbi"nde Osmanlı devletine büyük hizmetlerde bulunmuş olan "Ermeni Paşalardan" söz etti. Osmanlı sporcuları Türkiye'de tartışılmalı "İşte, bunun için Tarihçiler Komisyonu fikri önemlidir. Ama, bu komisyon, 'soykırım oldu, soykırım olmadı komisyonu'na dönüşürse, hiçbir yarar sağlamaz" diyen Demoyan şöyle devam etti: "Benim için Türkiye'nin soykırımı tanıması veya tanımaması veya konunun başka ülkelerin parlamentolarında görüşülüyor olması önemli değil. Benim için önemli olan, bu konunun Türkiye'de korkusuzca ve açık bir şekilde tartışılabilmesidir."Bu arada, hem Demoyan'dan hem de konuştuğumuz diğer Ermeni akademisyenlerden duyduğumuz ve Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu'nun da dikkatini özellikle çekeceğini düşündüğümüz bir konuya değinmeden de edemeyeceğiz. Ermenistan'da 1915 olayları ile ilgili olarak yapılan yeni araştırmalarda, Halaçoğlu'nun da bir süre önce gündeme getirdiği, "Türkiye'deki gizli Ermeniler" konusu, giderek daha önemli bir yer tutmaya başlamış. Kim bilir, ilerde belki Demoyan veya Safrastyan ile Halaçoğlu'nun bu konudaki bir ortak çalışmasına tanık oluruz?Demoyan'dan öğrendiklerimiz, elbette ki kulağa hoş gelen şeylerdi. Fakat, daha önce "Türk Ermeni Uzlaşma Komitesi"nin çalışmalarını engelleyen Ermeni diyasporası, Vazgen Hayk Demoyan'ın gösterdiği yoldan gidilmesine razı olur mu? Daha doğrusu, Ermenistan ile diyaspora arasındaki ilişkiler, yansıtılmaya çalışıldığı kadar uyumlu mu? Bu konuya da bir sonraki yazımızda değineceğiz. Gizli Ermeniler Eski Başbakan Harutyunyan: Hıristiyan Demokrat Partisi başkanı olan Ermenistan'ın bağımsızlıktan sonraki ilk başbakanlarından Khosrov Harutyunyan, "Bugünkü Türkleri aslında biraz anlıyorum. Çünkü, Türkiye'deki tarih kitapları, olanları anlatmıyor" dedi. Harutyunyan, "Çeşitli ülkelerin soykırımı kabul etmeleri önemli ama, benim için en önemlisi Türkiye'nin bunu kabul etmesidir" diye ekledi.Ermenistan'ın yaşadığı ekonomik sıkıntıları betimlercesine bakımsız ve kara kış olmasına rağmen ısıtılamadığı için buz gibi olan ofisinde konuştuğumuz Harutyunyan, "Türkiye, soykırımı tanımadıkça bir Ermeni vatandaşı Türkiye'ye bakıp hep tehdit görecek" dedi. Türkiye'nin kabul etmesi daha önemli Tabii bu arada, Başbakan Erdoğan'ın Ermenistan'a yaptığı ve iki ülkeyle üçüncü ülkelerden gelecek akademisyenlerden oluşmasını önerdiği, "Tarafsız Tarihçiler Komisyonu" meselesi de var. Bu öneriyi biz de yazılarımızda geçmişte destekledik. Fakat, kafamızda hep bir soru işaret de yok değildi. "Ya komisyondan Türkiye'deki resmi tezlere uymayan sonuçlar çıkarsa? Ankara bunları, Erdoğan'ın ima ettiği gibi, gerçekten kabul edecek mi?" diye düşünmeden edemedik. Nitekim, Hrant Dink'in başına gelenleri de anımsatan Ermeni muhataplarımız, "301 gibi maddeler varken, sizde kim, yasal takibata uğrama korkusu olmadan, bu konudaki fikirlerini rahatça açıklayabilir ki?" diye sordu. Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in, üstelik Meclis kürsüsünden, "Bizi arkadan hançerliyorlar" diyerek Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılması planlanan Ermeni konferansını engellediğini de anımsatarak, Erdoğan'ın önerisinin bu nedenle samimi olamayacağını söylediler. Erdoğan'ın önerisi 'Nâzım Hikmet eserinde söyledi' Ulusal Bilim Akademisi Doğu Bilimleri Araştırma Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ruben Safrastyan, Erdoğan'ın Tarihçiler Komisyonu önerisini eleştirmesine rağmen, iki ülke tarihçileri arasında işbirliği fikrine kapalı olmayan kişilerden biri. Safrastyan, sorularımızı yanıtlarken, Ermeni tarafının da 1915 olaylarına farklı açılardan bakabileceğini söyledi. Ancak, Türkiye'nin de "geçmişinde yatan bu karanlıktan kendisini sıyırması gerektiğini" belirtti. Nâzım Hikmet'in Rusya'da yazdığı "Romantika" adlı eserine işaret eden Safrastyan, "Kitabın kahramanı Ahmet adlı bir Türktür. Nâzım Hikmet, bu kahramanına 'Ermeni olayı Türkiye'nin yüz karasıdır' dedirtir" diyerek, birçok Türkün Nâzım'ın bu eserini dahi bilmediğini söyledi.Safrastyan, eski Türkçe harfleriyle yazılmış bir belgeyi de göstererek şöyle konuştu:"Burada, 'Ermeni sorununu çözmek için bu tehcir yapılmalı' cümlesi geçiyor. Böylece, niyet ortaya çıkıyor. Altındaki imzalara bakınca, hükümetin büyük bölümü imzalamış. Bu imzalar Sait Halim Paşa, Talat Paşa, Enver Paşa, Ahmet Nesimi'ye ve diğerlerine ait. Belge, ayrıca numaralı ve tarihli. İşte, mesela bu belgeyi Türk meslektaşlarıma analiz etmek isterim."Safrastyan, 1915'te meydana gelenler hakkında ortaya çok sayıda yeni belgenin çıkmaya başladığını ve böylece araştırmalarda "yepyeni bir döneme girildiğini" de kaydederek, "Türk tarihçilere de bu dönemde çok iş düşecek" dedi. YARIN sidiz@milliyet.com.tr Diyaspora Ermenileriyle Ermenistan'ın çıkarları örtüşüyor mu?