Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Meclis'in açılışında dün yaptığı konuşma, endişeli olduğunu açıkça yansıtıyordu. Belli ki, içinde bulunduğumuz kavgalı ortamın Türkiye’yi ana hedeflerinden şaşırttığına inanıyor. Bunu da doğal saymalı.
Başbakan Erdoğan’ın basını hedef alan saldırgan tutumu da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye, bırakın AB ile müzakerelerini hızlandırmayı, AB kriterlerinden geri adım atmaya hazırlanan bir ülke görüntüsü veriyor bugünlerde.
Ana muhalefete gelince, özel sohbetlerde ve bazı açık konuşmalarda AB üyeliğinden yana, cılız da olsa, bir tavır koyduğu doğrudur. Reform niteliğindeki önemli bazı kanunların geçmesine de yardımcı oldu.
‘AB perspektifi’ne katkı
Ancak buna gerçekten inananlar için “AB perspektifi”ne katkı bundan ibaret olamaz.
Bu perspektif sadece teknisyenlere bırakılacak bir iş de değil. Köklü bir değişim projesi olarak tüm toplumu ilgilendiriyor.
Gül de zaten konuşmasında, bu perspektifin “toplumun önceliği olması gerektiğini” vurgularken bunu kastediyordu. Fakat insanların bu konuda önce ikna olmaları gerekiyor. Zira Türkiye’de kafalar iyice karıştırıldı.
Bugün AB’yi tehdit olarak görenlerin sayısı hiç de az değil. Hükümet bu açıdan yeterince çaba göstermezken, CHP’nin de AB’nin kamuoyu nezdinde doğru değerlendirilmesi için çok destekleyici olduğu söylenemez.
Cumhurbaşkanı Gül’ün, konuşmasının ağırlıklı bölümünü AB ve bununla ilintili olarak acilen yapılması gerekenlere ayırması, bu nedenle, hem hükümete hem de muhalefete dönük açık bir uyarıdır.
Partiler üstü anlayış çağrısı
Bu konuda “partiler üstü” bir anlayışın gereğini vurgulaması da önemliydi. Çünkü hükümet ile muhalefetin arasında süren kavgalar, AB perspektifini zayıflattığı gibi, Türkiye’nin bu yüzden karşı karşıya kalacağı sıkıntıların görülmesini de engelliyor.
Bugün dünya çok büyük bir hızla değişiyor. Sorunları ve fırsatlarıyla yeni bir çağ açılıyor. Toplumların ortaya çıkan yeni siyasi ve ekonomik koşullara ayak uydurmaları, güçlü ordulardan çok, yüksek eğitim ve üretim düzeylerine bakıyor.
Dünya ile rekabet edebilen çağdaş toplumların, Gül’ün ifadesiyle, özgür, sorgulayıcı yaklaşımı besleyen, tüketimden çok üretmeye, yenilikçiliğe, paylaşmaya ve ortak değerlere saygıya ağırlık veren eğitim sistemlerine sahip ülkelerden çıkacağı ise aşikâr.
Zihniyet değişimine vurgu
Özetle, ülkelerin “yeni çağa” ayak uydurmaları, çok sağlam temellere dayanan sürdürülebilir eğitim ve kalkınma stratejileri gerektirecek. Bu ise siyasetçilerin sığ çıkar kavgalarından sıyrılıp dünyanın gidişini doğru değerlendirmelerini ve buna göre projeler üretmelerini zorunlu kılıyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün yer yer satır aralarında, yer yer açıkça söylediği de budur. Gül bu çerçevede, reformların yapılması kadar uygulanmasının hayati önemine de işaret ederek, AB’li yetkililerin uzun süredir altını çizdikleri bir doğruyu da tekrarlamış oldu.
Bu reformların, aynı zamanda bir “zihniyet değişimini gerektirdiğini” vurgulaması ise Türkiye’nin şu anda karşı karşıya olduğu temel sorunun altını çizer nitelikteydi.