Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin AB perspektifi hızla açmaza doğru ilerliyor. Kabahat de tümüyle Avrupa’da, Ankara’nın yolunu kesmeye çalışanlarda değil. Onların payları inkâr edilemez. Ancak bu durum, sorunun önemli bir kısmının içerde olduğu gerçeğini örtbas etmiyor.
Özetle, Meclis’teki güçlü konumuna rağmen AKP iktidarı üzerine düşeni yapmıyor. Avrupa’daki Türkiye aleyhtarlarını da bahane olarak kullanıyor. AB yetkililerine göre son iki yıldır gerekli olan reformların hemen hemen hiçbiri yapılmadı.
Hükümetin, “Nâzım Hikmet’in itibarının iadesi” veya “TRT Şeş” gibi faktörleri “reform” olarak sunması ise kabul edilmiyor. Burada sadece Türkiye’de tartışmalı olan siyasi reformlardan da söz edilmiyor.
Türkiye’nin büyük ihtiyaç duyduğu teknik reformların da durduğu belirtiliyor. Bu çerçevede, kamu ihaleleri ve rekabet yasalarının yanı sıra, gıda sağlığı ile çevre gibi alanlara işaret ediliyor.
Bu reformların, Türk kamuoyuna AB’nin sadece hoşa gitmeyen (ancak zorunlu olan) siyasi reformlardan ibaret olmadığını göstereceğine işaret ediliyor. Bu adımların, hükümetin AB konusundaki ciddiyetini sergilemesi açısından da önemli olduğu kaydediliyor.
Bu arada, yapılacak reformların Türkiye’nin AB’deki destekçilerinin elini güçlendireceği de vurgulanıyor. Başmüzakereci Egemen Bağış’ın, AB perspektifindeki en önemli hususun müzakere fasıllarının açılması olmadığı şeklindeki yaklaşımı bu nedenle garip bulunuyor. 

‘Yardımcı olmama’ görüntüsü

Bir AB büyükelçisi bu konuda, “Avrupa’da Türkiye adına çaba gösteren ülkeler ve liderler var, ancak hükümet onlara yardımcı olmak istemiyormuş gibi bir görüntü veriyor” diye veryansın ediyor.
Çek Cumhuriyeti’nin dönem başkanlığında, planlananın aksine, sadece vergilendirme ile ilgili faslın açılacağını belirten bu büyükelçi, gerekli yasanın Meclis’ten bir türlü çıkmaması nedeniyle, sosyal politikalar ve istihdam ile ilgili faslın açılamayacağını söyleyerek şöyle konuşuyor:
“Bu gidişle 2009’un ikinci yarısında müzakereye açılacak fasıl kalmayacak ve Türk-AB ilişkileri dondurucuya girecek. Bu arada yılın ikinci yarısında Kıbrıs sorunu baş gösterecek ve sorun daha da derinleşecek.”
Burada tabii ki, AB Komisyonu’nun Kıbrıs konusunda yıl sonunda hazırlayacağı Kıbrıs raporuna atıf yapılıyor. Yani meşhur, “limanların Rumlara açılması” meselesine. Bu raporun olumsuz çıkmasının Türkiye aleyhtarlarına büyük koz vereceği ise aşikâr.
Hükümetin, müzakerelerdeki ataletin suçunu Türkiye’nin önünü tıkamaya çalışanlara atması ve -Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun son Brüksel ziyaretinde yaptığı gibi- Kıbrıs konusunda ses tonunu yükseltmesi ise, AB çevrelerinde,  bir “taktik” olarak değerlendiriliyor.
Konuştuğumuz bir diğer AB büyükelçisi, “kamuoyunun dikkatini, yapmaları gereken fakat yapmadıkları şeylerden uzaklaştırıp suçu dışarıdaki faktörlere yüklemeye çalışıyorlar” diye konuşuyor.

‘Oyuncu olduğunu kanıtlamalı’

Davutoğlu’nun, Türkiye’nin “global oyuncu olduğuna” dair sık sık telaffuz ettiği görüşüne de değinen AB çevreleri, bu konuda da şunları belirtiyorlar:
“Bunun daha kanıtlanması gerekiyor. Oysa, Türkiye’nin şu aşamada İsrail ile Suriye arasında artık bir rol oynayabileceği bile kuşkulu. Türkiye’nin stratejik önemi gene de yadsınamaz. Ancak AB’nin sırf bu nedenle Türkiye’ye müzakerelerde esneklik göstereceği düşüncesi yanlış.”
Son dönemde bakıyoruz dostumuz Egemen Bağış, zamanını Avrupa’dan gelen bazı olumsuz açıklamalara cevap yetiştirmekle harcıyor. Ayrıca,  müzakere fasılları konusunda içerde farklı, dışarıda farklı konuşarak kafa karıştırıyor.
Oysa önemli konumu gereğince, Türk-AB ilişkilerinin -bir gözlemcinin ifadesiyle, “komadan çıkması için” hükümetin nasıl bir strateji izleyeceğini açıklaması bizce çok daha yararlı olacaktır. Tabii, hükümet bu konuya hâlâ önem veriyorsa...