Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Milliyet’in önceki günkü başlığı her şeyi özetliyordu. Başbakan Erdoğan istediği kadar Tahran’ın avukatlığını yapsın, İran gerçekten de ateşle oynuyor. Bundan rahatsız olan da sadece, ABD ve İsrail aleyhtarlığı çerçevesinde İran’a sempatiyle bakanların sandıkları gibi, Batı değil.
Hayret bir şey tabii, ancak Türk kamuoyu, Suudi Arabistan ve diğer Sünni Arap ülkeleriyle
İran arasında, Yemen’de meydana gelen Şii ayaklanması nedeniyle artan gerginlikten haberdar değil. Ülkemizde her şeye, öznel ihtiyaçlara göre, seçici bir gözle bakıldığı için, bu gerginliğin ne anlama geldiğini kavramanın zaman alacağı anlaşılıyor.
İran’ın birkaç gün önce denediği 2 bin km menzilli “Siccil 2” füzesinden İran’a büyük bir sempatiyle bakan hükümet çevrelerimiz endişe duymayabilirler. Fakat askeri planlamacılarımızın o kadar rahat olduklarını sanmıyoruz.
Nedenini ise, Milliyet’in yukarıda sözünü ettiğimiz haberiyle verilen “menzil haritası” ortaya koyuyor. Siccil 2 füzesi, söylendiği kadar menzilli ve etkili ise bu menzile giren hiçbir ülke “Bu bizi ilgilendirmiyor” diyemez. TSK’nın envanterine Patriot tipi modern füzesavar bataryalarını eklemek istemesi de boşuna değil.
Sonuçta, Saddam Hüseyin’in neden olduğu iki Körfez Savaşı’nda Türkiye daha ilk günden NATO’dan doğu sınırımıza savunma amaçlı Patriot bataryaları istemişti. Bazı NATO üyelerinin buna başta direnmeleri ise Ankara’da mideleri bulandırmıştı.
Sayısız krize gebe olan bir bölgede, neyin ne zaman ve ne şekilde yaşanacağı bilinemediği için, TSK’nın bu füze savunma sistemine duyduğu ihtiyaç sürecektir. İran’ın son füze denemesi ise bu ihtiyacı daha da artıran bir gelişmedir.
Bu arada, İran ile Irak arasında sekiz yıl süren kanlı savaşta her iki tarafın birbirlerinin kentlerine füze yağdırdıklarını da anımsamakta yarar var. Onun için TSK’nın İran değerlendirmesinin, bazılarınki gibi, saf ve yüzeysel bir değerlendirme olduğunu sanmıyoruz.
İran’ın tutumunu kaygıyla izleyen ülkeler sadece ABD ve İsrail’den de ibaret değil. Suudi Arabistan gibi -ağırlıklı olarak Sünni olan- birçok Arap ülkesi, Yemen’de Şii lider Hüseyin Huti başkanlığında ayaklananların İran’dan destek aldıklarına inanıyor.
Bu nedenle de Suudi Arabistan ile İran arasındaki tansiyon artıyor. (Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na yeni bir ‘arabuluculuk penceresi’ açılıyor olabilir.) Suudi Arabistan da bu durumda, Şii ayaklanmacılara karşı, Yemen’e yardım ediyor.
İranlı gazeteci Meryem Çemşidi’nin İtimat gazetesinde 5 Aralık’ta çıkan yorumu aslında işin özünü dolaylı olarak ortaya koyuyor. Çemşidi yazısında şunları belirtiyor:
“Suudi Arabistan’ın Yemen Şiileriyle ilgili rahatsızlığı, İran’ın Şii dünyasının lideri haline gelmesinden kaynaklanıyor. Riyad, Şiilerin güçlenmesini kendi ideolojisine karşı tehdit olarak algılıyor.”
İranlı yorumcunun bu iki cümlesinden şunu öğreniyoruz:
1- İran “Şii dünyasının liderliğine” oynuyor.
2- Sünniliğin odağı olan Suudi Arabistan “ideolojik nedenlerle” bunu tehdit sayıyor.
Arap basınında çıkan birçok yorumda da benzeri sonuçlara varılıyor. Demek ki, mesele basit bir İran-Batı, İran-ABD veya İran-İsrail meselesi değil. Amerika’nın Irak’a girmesinden sonra Şiiler zincirlerini kırma fırsatını yakaladılar. Irak’ta, demografik güçlerine dayanarak, birinci unsur olarak yönetimi ele geçirdiler.
Irak bölünse de bölünmese de bu ülkedeki Şiilerin, zamanında Saddam’ın zulmünden kaçarak sığındıkları İran ile yakın ilişki sürdürecekleri kesin. Bu durumda, nükleer silah peşinde olan bir İran’ın Şiilerin liderliğine soyunmasının, Sünni Araplar arasında nasıl karşılandığını anlamak zor olmasa gerek.
“Mollasever” unsurlarımız bunları görmek istemeyebilirler. Fakat Türkiye’yi de yakından ilgilendiren söz konusu gelişmeleri göz ardı etmek mümkün değil. Askeri planlamacılarımızın göz ardı ettiklerini de hiç sanmıyoruz.