Buna katılmayan "Kemalist" dostlarım, Türkiye'de irticaya "sui generis", yani her türlü iç etkenden bağımsız olarak kendiliğinden ortaya çıkmış bir olgu olarak bakma alışkanlığındalar. Bunun izlerini Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 29 Ekim mesajında bile görmek mümkün. Oysa bu tür olgular "kendi kendiliğine" ortaya çıkmaz. Dinin sadece 20-25 yıl öncesine kadar "komünizmin panzehiri" olarak Türkiye'de kimler tarafından "istismar edilerek kullanıldığını" herkes biliyor. 'Atatürk devrimleri oturmuş olsaydı bugün irtica tehdidi olmazdı." Bu doğru sözler dün CNN Türk'te gençlerle birlikte cumhuriyetimizin 83'üncü yılını değerlendiren Prof. Dr. Mehmet Altan'a ait. Bu kişiler, Türkiye'de var olmayan bir "komünizm tehdidi"ni bahane ederek, bugün nefret ettikleri ABD'ye o sıralarda sırtlarını tümüyle dayayıp demokratik sosyal gelişme sürecimize darbe üstüne darbe indirmişlerdir. Bu zihniyet, bu kez de "irtica tehdidi" karşısında hortlayıp"demokrasimizin gerekirse askıya alınabileceğini" söylemeye başladı. Bu bile, bu zihniyetin bugünlere gelinmesindeki sorumluluğunu hâlâ algılayamadığını gösteriyor.Kısacası, "komünizm tehdidi"ne karşı irticayı kullananlar, "irtica tehdidine" karşı komünizmi kullanamayacaklarına göre, şimdi neye sarılacaklarını bilemiyorlar. Gerçek bir demokrasiye sarılmaları ise mümkün görünmüyor. Çünkü yapılarında böyle bir şey yok. Gelişime darbe üstüne darbe Bu nedenle "sosyal demokrat" geçinen bazıları 1930'lar Avrupa'sının geri kalmış milliyetçiliğinden medet umarken, "Cumhuriyetin bekçisi" olduğunu söyleyen bazıları da "demokratik hakların gerekirse askıya alınabileceğini" belirtmekten çekinmiyorlar. Oysa çağımızda hem "siyasi" hem de "dini" irticanın "panzehiri"nin ne olduğu ortada. Bu da, Atatürk'ün deyimiyle, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller"in yetişmesidir. Günümüz Türkiye'sinin "fikri, irfanı ve vicdanı hür nesillerin ülkesi" olduğunu söyleyebilmek için ise insanın kendisini ciddi şekilde kandırıyor olması gerekir. Atatürk'ün daha 1920'lerde gösterdiği "çağdaş uygarlık" yolunda gerçek anlamda ilerlemiş olan bir Türkiye, bugün karşılaştığı sorunlarla değil, gelişmiş ülkelerin uğraştıkları çağdaş sorunlarla uğraşıyor olurdu. Panzehir, 'hür nesiller'dir Fakat, Atatürk'ten sonra gelen siyasi kadrolar, "çağdaş uygarlık yolunda ilerlemenin" ne anlama geldiğini anlayıp Türkiye'yi bunun gereklerine göre kalkındıramadılar. Daha doğrusu, bunu yapmak istemediler. Çünkü, Atatürk'ün gösterdiği yol, sadece "görüntü" itibariyle değil, "kafa yapısı" itibariyle de köklü bir devrim gerektiriyordu . Bunun olabilmesi için gerekli hür ve hümanist eğitim düzeninin temelleri cumhuriyetin ilk yıllarında atıldıysa da arkası getirilemedi. Nedeni ise malum. Atatürk sonrasında Türkiye'yi elinde tutan erkin en çok korktuğu şey, "fikri, irfanı ve vicdanı hür" olan vatandaş profili olmuştur. Bugün de durum farklı değildir ve bunun kanıtlarını her gün görüyoruz. Onun için, cumhuriyetimizin 83'üncü yılını kutlarken, daha iyisini niçin başaramadığımızı düşünmek ve bundan gereken dersleri çıkarmak zorundayız. sidiz@milliyet.com.tr 'Erk'in en çok korktuğu şey