Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yeni Anayasa için çalışmalar sürerken “laiklik” konusunu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bir demecinden de esinlenerek, Batı’daki örnekleriyle irdelemeye ve meselenin Türkiye’de düzeyli bir şekilde tartışılması gerektiğini vurgulamaya çalıştığım son yazım üzerine çok sayıda mesaj aldım. Bu da konuyu tartışmaya duyulan ilgiyi açıkça yansıtıyor. Yer darlığı, aşağıda mesajların sadece üçünü, onu da bazı kısaltmalarla, aktarmama el veriyor.
* * *
Sayın Semih İdiz
13 Haziran 2012 günlü Milliyet gazetesinde yayımlanan “Laiklikte ‘Fransız’ ve ‘Anglo-Sakson’ modelleri” başlığını taşıyan yazınız ile ilgili görüşlerimi bildirmek istedim.
İslam ülkelerinde laikliğin “Anglo-Sakson” modelinin uygulanması imkansız denecek kadar zordur. İslam dini, özel hayatı, sosyal hayatı ve kamu düzenini ilgilendiren kurallar içermektedir.
Modelin aynen alınması, toplumların kültür farklılıkları nedeniyle başarılı sonuç vermeyeceğinden, sosyolojik araştırmalar yapılarak, var olan modellerden de faydalanmak suretiyle model geliştirmek daha başarılı sonuç vereceğini düşünüyorum.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” özdeyişini, felsefi anlamından kopararak, “%51’in dediği olur” şeklinde yorumlanan ülkede laikliğin kurumsallaşması mümkün değildir. Öncelikle egemenliğin kaynağı “Tanrı” mı yoksa “millet” mi, bu soruya net, samimi cevap verilmesi gerekir.
Seküler olmak, ‘Fransız’ ve ‘Anglo-Sakson’ modelde laik olmak, özgürlükçü olmak bu sorunun cevabına göre değişecektir. Felsefe biliminin, yasa yapmadaki önemi dikkate alınmadığında, yeni yapılacak Anayasa’nın ruhunun/iç bütünlüğünün olamayacağı için ilk günden itibaren sorunlar yaşanmaya başlanacaktır.
Sayın İlber Ortaylı, 13 Mayıs 2012 tarihli Milliyet gazetesinin pazar ekinde, “Nakıs anayasa şöhretimiz” başlıklı yazısında, genel olarak sosyoloji biliminin dikkate alınmamasının mahzurlarını açıklamış.
Yaseddin Demirkan - Avukat
* * *
İktidarın din referanslı uygulamalara hız verdiği ve yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı bu dönemde laiklik meselesi üzerinde konuşulması şart. Laiklik Batı dünyasının bir ürünü, biz de oradan aldık, dolayısıyla bu kavramın anlaşılması bakımından oradaki modelleri incelemek tabiatıyla gerekli. Ama, Türkiye’deki uygulamanın nasıl olması icap ettiğini düşünürken zihnimizi, “Anglo-Sakson modelini mi, Fransız modelini mi alalım” çerçevesine hapsetmek doğru mu?
Malum, İslam, siyasetle iç içe geçmiş, insanın ve toplumun her hareketini şekillendirme iddiasında olan totaliter yapıda bir din. Batı, dinin bu tür müdahalelerini uzun mücadeleler neticesinde bertaraf ettikten sonra ekstra bir tedbir olarak laikliği getirmiş. Müslümanlıkta bu tür bir transformasyon ve çağa uyum yok.
Dolayısıyla, Batı karşısında ezilmemeyi amaçlayan Cumhuriyetimizin laikliği, Müslüman bir ülkede bütün bu eksiklikleri bir an önce gidermek üzere, kaçınılmaz biçimde Batı’dakinden çok farklı olmak zorundaydı. Bu zaruret hâlâ var. Türkiye’deki laiklik tartışmasının bu gerçekler göz önünde tutularak yapılması lazım.
Ünal Ünsal - Emekli Büyükelçi
* * *
Bu eğitici yazı için teşekkür ederim. Benim kendi fikrime göre Anglo-Sakson tipi laiklik anlayışı Türk toplumuna daha uygun ve kabul edilmesi daha kolay.
Cumhuriyetimizi kuranların Fransız laikliğini almasının sebeplerini araştırmadım ama bunun altında o zaman ki Türk aydınlarının Fransa’ya yakin duruşu ve o zamanın Türkiye’sinde aşırı dincilerin saltanatı geri getirme düşüncesini bastırma gayreti olabilir.
Hatta Atatürk bir süre hilafeti sürdürerek belki de daha Anglo-Sakson bir yapıya gitme eğiliminde olmuş olabilir, ama o zamanki çeşitli olaylar, tekrar elitçi ve halktan kopuk Fransız laikliğini forse etmiş olmalı.
Bu iki farklı laiklik yorumunu hatırlıyorum ilk defa merhum Turgut Özal ortaya atmıştı. Kendisi, Anglo-Sakson laikliği “sekülerizm” olarak tanımlamış ve Türkiye için uygun olanın bu olduğunu vurgulamıştı.
Hakan Mendes-Mühendis