Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Öyle anlaşılıyor ki, "medeniyetler çatışması"nın şiddetlenmesiyle Ankara'nın uluslararası sorumluluğu ve dünyadaki önemi de artacak. Müslüman karakterine rağmen Türkiye'nin laik ve demokratik bir ülke olması, Batı'daki dikkatleri -özellikle "karikatür krizinden" sonra- üzerimize iyice çekecektir. Son yazımı, laik Batı ile Müslüman dünyası arasındaki uçurum büyürken, laik Türkiye'nin bu denklemdeki yerinin ne olacağını sorgulayarak bitirmiştim. Başbakan Erdoğan ile İspanyol Başbakanı Zapatero'nun ortaklaşa yayımladıkları "Saygı ve İtidal Çağrısı" aslında bu sorunun yanıtına işaret ediyor. Türkiye bu karakteriyle aynı zamanda, radikal İslamın yükselişi karşısında ne yapacağını bilemeyen Ortadoğu'nun elit tabakası için de bir "model" olarak daha fazla gündeme gelecektir.İşte bu genel durum, kendisini kritik bir aşamada olumlu rol oynayan uluslararası bir aktör olarak ortaya koyması açısından Ankara için önemli bir fırsat sağlıyor. Aslında bu role bir "fırsat"tan çok bir "zaruret" olarak bakmak belki daha doğru olur. Zira, Türkiye bu rolü zorunlu olarak oynamak durumunda. Nedeni ise ortada. Bu rolü oynamakta başarılı olamazsa, bunun içeride de olumsuz yansımaları olacağı aşikâr. Çünkü, İslam âlemini ayağa kaldıran konuların Türkiye içinde de ciddi karışıklık yaratma potansiyeline sahip olduğu malum. Türkiye gündeme geliyor Kısacası, Batı'nın artan İslam fanatizmi karşısındaki çaresizliği de düşünüldüğünde, Türkiye'nin "medeniyetler arasındaki köprü" rolünü başarılı bir şekilde oynaması, uluslararası istikrara katkıda bulunduğu ölçüde itibar getirecektir. Bunun yanı sıra bu başarı ülke içindeki istikrara da katkıda bulunacaktır.Ancak bu başarının elde edilebilmesi için önemli bir önkoşul var. O da Türkiye'nin, bir yandan Müslüman karakterini korurken, diğer yandan bunun demokrasi ve insan hakları açısından bir engel teşkil etmediğini kanıtlamasıdır. Aksi takdirde ne Doğu'ya ne de Batı'ya yararlı olabileceği ortada. Nasıl başarılı olur? Öte yandan işi Türkiye açısından kritik kılan çok önemli bir husus daha var ki bunun da göz ardı edilmesi kolay değil. "Laiklik," Cumhuriyetimizi kuran ekibin 80 yıl önce Türkiye için çizdiği "Batılılaşma" rotasının kilit ayaklarından biridir. Başka bir ifadeyle, Türkiye'nin laikliğini uzun vadede koruyabilmesi bu rotada kalınmasını gerektiriyor.Bu rotadan çıkmış ve Batı'ya arkasını dönmüş olan bir Türkiye'nin bu uzun vadeli perspektifte laikliğini sürdürebilmesi hem siyaseten hem de sosyolojik olarak zor görünüyor. Çünkü Batı'yı bir "referans noktası" olarak kaybetmiş olan Türkiye'nin bu açıdan dayanabileceği başka bir referans noktası yok. Laiklik göz ardı edilemez Erdoğan ile Zapatero'nun ortak çağrısı işte bu nedenle çok önemli. Çünkü -yazımın başında da belirttiğim gibi- bu çağrı, Türkiye'nin bu tehlikeli ortamda nasıl bir yönde ilerlemesi gerektiğine açık bir şekilde işaret ediyor. Bu önemli fırsatı kısır iç çekişmelerle heba edersek sadece dünyaya değil, kendimize de yazık etmiş oluruz. semihi@cnnturk.com.tr Ortak çağrı önemli