Peki, Angela Merkel ne dedi? Ayrıca bu dedikleri bir "geri adımı" mı, yoksa Türkiye'nin önüne yeni engellerin konması anlamına mı geliyor? Buradaki referans noktam, bugüne kadar yazdıkları büyük ölçüde doğru çıkan, Avrupa'nın önde gelen gazeteleridir. AB meselesi, uzmanları bile zorlayan karmaşık bir hal almaya başladı. Alman Başbakanı Angela Merkel ile Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın önceki gün vardıkları belirtilen karar hakkında bizde yazılanlar arasındaki görüş farklılıkları da bunu gösteriyor. Bu gazeteler, ağırlıklı olarak, Merkel'in Türkiye konusunda "geri adım" attığını yazıyorlar. Yorumlar da bu istikamette. Nedeni ise Merkel'in, Chirac ile görüşmesinden önce, Türkiye'ye limanlarını Rum gemilerine açması için 18 aylık katı bir "ültimatom"un verilmesini istemesiydi.Merkel'in bu "ültimatom"u 14-15 Aralık'ta yapılacak AB Konseyi toplantısı öncesinde karara bağlamak istediği belirtiliyordu. AB Komisyonu ile başta İngiltere İtalya, İspanya ve İsveç gibi önemli bazı AB üyeleri ile dönem başkanı Finlandiya ise buna karşı çıkıyorlardı. Ültimatom döndü Sonuçta Merkel "ültimatomundan" vazgeçti. Sadece AB Komisyonu'nun iki yıl kadar sonra bir rapor hazırlayıp durum tespitinde bulunmasını istedi. Başka bir ifadeyle, konuyu "Komisyon'a havale etti." Bu arada, Komisyon'un mevcut tavsiye kararını desteklediğini de söyledi. Yani, ilk pozisyonundan farklı bir noktaya geldi. Aslında, öne sürdüğü "rapor" fikri de tartışılabilir. Zira AB Komisyonu zaten yıllık "ilerleme raporları" hazırlıyor. Bu durumda diğer üyeler "Ek rapora ihtiyaç yok" diyebilirler. Kanımca, Merkel burada, daha çok iç siyaseti kollayarak, Türkiye'yi AB'de görmek istemeyen seçmenine bir sinyal göndermek istedi. Ama bazı gerçekleri görüp geri adım atmak zorunda kaldı. Seçmene sinyal Her şeyden önce, koalisyon ortağı SDU Türkiye'nin üstüne üstüne gidilmesine karşı. Ayrıca, Batı basınında kendisine dönük "vizyonsuzluk" suçlamaları arttı. Aynı şekilde, AB içinde Türkiye konusunda yaşanacak hararetli bir tartışma nedeniyle ciddi siyasi suçlamalara maruz kalması olasılığı da ortaya çıktı. Bu arada, başka güçler de devreye girmiş olabilir. Örneğin, Merkel'in çok önemsediği ABD'nin Türkiye lehine sessiz bir kampanya yürüttüğü biliniyor. Merkel ve ABD Ancak, tüm bunlar bir yana, Türkiye açısından işin gerçeği fazla değişmiş değil. Çünkü Komisyon'un müzakerelerde 8 faslın askıya alınmasını, diğer fasılların da Kıbrıs koşuluna bağlamasını öngören tavsiye kararı zaten yeterince kötü. Başka bir deyişle, Merkel'in istediği olsaydı, Türkiye açısından zaten "kabul edilemez" olan bir durumun daha da "kabul edilemez olması" dışında bir şey olmayacaktı. İşte bu nedenle Türkiye'nin şu anda tüm çabası Komisyon'un bu olumsuz kararının düzeltilmesine dönüktür. Bu yapılamazsa, 12 Haziran'dan bu yana fiilen durmuş olan müzakerelere devam edilmesi pek mümkün görünmüyor. Zira, daha önce de dediğimiz gibi, hiçbir hükümet, sonuca varılmasının Kıbrıs koşuluna bağlandığını bile bile müzakereleri sürdürüp bunu bir seçim ortamında kamuoyuna "başarı" olarak sunamaz. sidiz@milliyet.com.tr Koşulla sürmez