Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sorun, Kıbrıs Protokolü'nün imzalanmış olması değil. Türkiye'de bugün neyin mücadelesinin verildiği ortada. Yoksa, farklı bir iktidar işbaşında olsaydı, o da Türkiye'nin AB perspektifini yok sayamaz, aynı yoldan ilerlemek zorunda kalırdı. Zira ortada 40 yıllık bir politika var. Sonuçta, "AB üyeliği devlet siyasetidir" diyen biz değil, devletin ta kendisidir.En garibi ise Türkiye'yi "Gümrük Birliği cehennemine" sürükleyen DYP'nin tutumu. Bizde siyasi hafıza pek derin değildir. Onun için hatırlatmakta yarar var. 1995 yılında Türkiye ile Gümrük Birliği Anlaşması'nı onaylayan AB Konseyi, bunun paralelinde Kıbrıs Rum Kesimi'yle, daha doğrusu, kendi ifadeleriyle, "adanın tek temsilcisi Kıbrıs Cumhuriyeti" ile üyelik müzakerelerinin başlatılmasını da kararlaştırmıştı. Doğrudur, dönemin Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, "Bunu tanımıyoruz" diye bir açıklama yapmıştı. Ama bu AB'yi bağlamamıştı. Sonuçta Türkiye, "Al Gümrük Birliği'ni ve AB üyeliğini başına çal" diyememişti. Gümrük Birliği'ni "kotaran" ve bu yüzden Ankara'da kurbanlarla karşılanan Başbakan ve DYP Başkanı Tansu Çiller ise bu ayrıntıyı kamuoyunun dikkatinden kaçırmak için büyük "başarı nutukları" atmış, karşılığında "Türkiye'yi AB'ye taşıyan kahraman" dalkavukluğu ile "ödüllendirilmişti." O sırada, "Türkiye, Gümrük Birliği uğruna, AB'nin Rumlarla üyelik müzakereleri açmasına göz yumdu" yorumunu yapanlara tepki yalnız DYP'den değil, Dışişleri'nin üst kademelerinden de gelmişti. Bu tepkiyi gösterenlerin arasındaysa bugün "KKTC satıldı" diyen CHP'nin kilit isimlerinden Onur Öymen de vardı. Ama bunları bugün kim hatırlıyor ki? Tabii, "Kıbrıs" denince hafızaya başka şeyler de takılıyor. Örneğin, dönemin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen'in bir canlı yayında, "Biz KKTC'nin ilanını aynı zamanda, KTFD yasalarının Rauf Denktaş'ın tekrar cumhurbaşkanı seçilmesine olanak vermemesi nedeniyle desteklemiştik. Yoksa MGK 'Dünya ile zıtlaşamayız' diye karşı çıkmıştı" şeklindeki ve bir politikacıda bulunamayacak olan dürüstlükteki samimi itirafı. Örneğin, Kıbrıs operasyonu sırasında Genelkurmay'da önemli konumda olan Kenan Evren'in, Maraş ile ilgili bir soruya yanıt olarak, yine televizyonda, "Biz oraları kan akıtmadan ileride pazarlık marjımızı artırmak için almıştık" şeklindeki itirafı. Ama bunlar bazıları için önemli değil. Onun için buraya kimse "gerçekleri" getirip önümüze sermesin. Efendim, Kıbrıs Rum malları Türkiye'ye zaten üstelik bazı hallerde KKTC mallarından daha kolay bir şekilde giriyormuş; Rumlar "Kıbrıs Cumhuriyeti" pasaportları ile Türkiye'ye zaten girip çıkıyorlarmış; "KKTC satılıyor" diye kazan kaldıran Ankara Ticaret Odası'nın Kuzey Kıbrıs ekonomisine bugüne kadar gözle görülür hiçbir katkısı olmamış, bunlar tümüyle "ayrıntı." Bunlar "ayrıntı" olabilir. Ama kamuoyunun bilmesi gereken ayrıntılar. Yoksa kimsenin sağlıklı bir görüş açısı oluşturmasına olanak yok. Tabii amaç, sağlıklı bir bakış açısı oluşturmaksa. Daha önceki bir yazımda dediğim gibi, bu protokolün imzalanmasının elbette ki bazı riskleri var. Ama imzalanmamasının da bir bedeli var. Bu nedenle gün, popülizm günü değil. Bu konuları halkın önünde gerçek boyutlarıyla, bilinçli ve soğukkanlı bir şekilde tartışma günüdür. Üstelik bu sadece Kıbrıs konusu için değil, birçok konu için böyle. semihi@cnnturk.com.tr "Kıbrıs Protokolü" imzalandı ve muhalefet, beklendiği gibi, ayaklandı. Buradaki durumu Fransız ve Hollanda referandumlarına benzetebiliriz. Türkiye'nin AB üyeliği meselesi bu referandumlar çerçevesinde çok kullanıldı. Ancak, sorun Türkiye falan değildi. Buna rağmen, Türkiye konusu hesapçı popülist politikacılar için "kaçırılmayacak bir fırsattı."