Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in, Oxford Üniversitesi’nde yaptığı ve önemli bölümü önceki gün Milliyet’te yer alan konuşması, Türkiye’deki gelişmeleri yakından izlemeye çalıştığını gösteriyor.
“Troyka toplantısı” için yarın Ankara’ya gelecek olan Rehn’in, Güneydoğu Avrupa’da meydana gelen gelişmeleri değerlendirdiği konuşmasındaki görüşlerin birçoğuna katılıyoruz. Ancak,  kendisini üç noktada eleştirme ihtiyacını duyuyoruz.
1- Rehn, Türkiye’deki mücadelenin “Müslüman demokratlar ile “aşırı laikler” arasında olduğunu söylüyor. İlkinden AKP’yi kastettiği, ikincisi için kullandığı paradigmanın ise CHP olduğu malum.
Fakat, geçen hafta AKP’nin “demokratlığı” konusunda ciddi kuşkulara yol açan gelişmeler yaşandı. Üstelik de Rehn’in Oxford’da konuştuğu gün. Bizce Rehn, AKP’nin 1 Mayıs konusunda sergilediği ve temel siyasi güdüsünün demokrasiden yana olmadığını gösteren yaklaşımına mutlaka değinmeliydi.

Haberin Devamı

AB kriterinden eleştirilmeli
İşçilere uygulanan orantısız şiddet için ortamı yaratan hükümeti bu nedenle, “AB kriterleri” açısından eleştirmeliydi. 1 Mayıs’ın günlerce tartışıldığı Türkiye’deki çirkin görüntülerin günün daha ilk saatlerinde dünyaya yansıdığı düşünülürse, “Bilmiyordum” geçerli bir gerekçe olamaz.
2- Rehn konuşmasında “aşırı laikler” kavramına ağırlık verirken, “liberal laikler”den çok kısa söz ederek bu kesim üzerinde hiç durmadı. Buna karşılık, Türkiye’de sivil topluma güvendiğini söyledi. Oysa “sivil toplum”un önemli bir bölümünün “liberal laikler”den oluştuğunu bilmesi ve bunu da söylemesi gerekirdi. 
Bu arada, “büyük kentlerdeki elitler” ile “Anadolu’daki yeni sınıflar”ın çekişmesine de kısaca değindi. Ancak bu konudaki yaklaşımı da “AKP-CHP” eksenine atıfta bulunduğunu çağrıştırır nitelikte. Oysa Türkiye’deki sosyal fay hatlarının çok daha karmaşık olduğunu anlaması lazım. 
3- Rehn, Türkiye’yi Güneydoğu Avrupa ülkeleri arasında yerleştirdi. Bu, coğrafi açıdan doğrudur. Fakat siyasi açıdan Türkiye’nin, eskilere dayanan ve büyük badireler atlatmış olan bir demokrasi mücadelesinin olduğunu da belirtmesi gerekirdi.

Haberin Devamı

‘Ulusalcı otokratlar’
Özetle, Türkiye ile bundan 15 yıl öncesine kadar çok fazla bir demokrasi deneyimi olmayan eski komünist ülkelerdeki demokrasi kültürünün farklı geçmişlere dayandığını görmesi gerekirdi.
Bu arada Türkiye, demokrasisini tüm badirelere rağmen -AB’ye üye olmadan büyük ölçüde ayakta tutabilmişken-, bazı bölge ülkelerinin AB’siz bunu başarıp başaramayacaklarının tartışılabileceğini de belirtmesi gerekirdi.
Öte yandan, Rehn’in, Güneydoğu Avrupa’da bugün “Avrupai yaşam tarzına inanan liberal demokratlar” ile “ulusalcı otokratlar” arasında bir mücadele yaşandığına dair tespiti bizce doğrudur.
Keza, “Avrupa Anayasası”nın Fransa ve Hollanda’da reddedilmesine en çok Sırbistan ile Türkiye’deki “ulusalcı otokratlar” ile Ukrayna’daki “gericiler” ve Rusya’daki “Panslavistler”in sevindiğine dair tespiti de önemli ölçüde doğrudur.
Düzeltme: “ABD’den kapatma davası konusunda ince ayar” başlıklı 28 Nisan tarihli yazımda,  “Amerika’daki sağın kanaat önderlerinden” diye atıfta bulunduğum “Barry Rubin,” aslında “Michael Rubin” olacaktı. Bu hatadan gocunan Türkiye uzmanı Prof. Barry Rubin’den özür dilerim.