Ailemizin partisi olan CHP’nin üst kademesiyle çeşitli vesilelerle sık sık birlikte olma şansımız oluyor. Aralarında uzun yıllar tanıdığımız ve saydığımız çok önemli şahsiyetler var. Ancak bu partiyi, her konuda olduğu gibi, dış politika konusunda da anlamakta zorlanıyoruz.
Partinin üst kademesinde deneyimli diplomatların olması ise işi daha da şaşırtıcı kılıyor. AKP’ye hararetle karşı olan eski dışişleri bakanlarından tutun, kendi aktif ve emekli meslektaşlarına kadar birçok önemli isimin “olumlu” diye onayladıkları şeylere dahi “muhalif olma” uğruna karşı çıkıyorlar.
“Türkiye dış politikada eksen değiştiriyor” tartışmalarını ele alalım. CHP’nin önde gelenleri, Amerikan ve İsrail medyası gibi, AKP’nin Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırdığına inanıyorlar. Katıldığımız resepsiyonlar veya özel diplomatik davetlerde buna ilk elden tanık oluyoruz.
AB perspektifi ruh meselesi
Her keresinde de aklımıza şu soru geliyor: “Gerçekten öyle ise, o zaman CHP bu konuda ne yapıyor?” Başka bir ifadeyle, Batılı bir düzene dayanan Türkiye’nin, Batı’ya iyice “çapalanması” için CHP son yedi yıldır ne kadar çalıştı?
Parti kurmayları, elbette ki bu konuda çok şey yaptıklarına inanıyorlar. Meclisten geçirilen AB reformlarında CHP’nin imzası olduğunu söylüyorlar. Bu yanlış değil tabii. Ancak Türkiye’yi Batı’ya bağlayacak olan AB perspektifi aynı zamanda bir “ruh” meselesidir.
CHP ise bugün sadece Avrupa’daki muhafazakâr partiler tarafından değil, sosyal demokrat partiler tarafından bile “Batı karşıtı” olarak tanımlanıyor. Bu da sözünü ettiğimiz “ruhu” içselleştirmediğini gösteriyor. Kısacası AB konusu CHP için sadece iç siyaset malzemesi olarak ortaya çıkıyor. “Partilerüstü ulusal bir proje” olarak değil.
İçine dönük sağcı kulvarı
İster 301’inci maddenin değiştirilmesinde, ister Kıbrıs konusunda, isterse Ermenistan ve Kürt açılımları gibi barışçıl girişimlerde olsun, CHP’nin genelde sergilediği olumsuz tavırlar, asıl kendisinin bugün “Batılı değerlerden kopuşun enstrümanı” olarak görülmesine neden oluyor.
Bu durumda hâlâ “sosyal demokrat” olduğunu iddia etmesine ise anlam verilemiyor.
CHP’nin Sosyalist Enternasyonal’e üyeliği de bu nedenle sorgulanıyor. Parti kurmaylarının bunu sorgulayan Avrupalı meslektaşlarına verdikleri sert yanıtlara gelince, bunlar da CHP’yi içine dönük sağcı ve milliyetçi partilerin kulvarına sokuyor.
Bu arada, CHP’nin sarıldığı diğer bir argüman da, Fransa ve Almanya’nın AB üyeliğimize karşı çıkıyor olmalarıdır. Ancak burada da bardağın boş yarısını ön plana çıkarıyor. Bugün AB’de Türkiye’nin nihai üyeliğini Avrupa için “hayati” gören ülkelerin sayısı, üyeliğimize karşı çıkanlardan fazla.
‘Türkiye için gerekli’ diyemiyor
Fakat CHP’nin bu husus üzerinde durduğunu hiç görmüyoruz. Bunun gibi gerçekleri sürekli hatırlatarak birkaç ülke yüzünden Türk toplumunda AB’ye karşı duyulan hayal kırıklığını gidermeye çalışmasına hiç tanık olmuyoruz.
Özetle, nihai kararı ne Sarkozy’nin, ne de Merkel’in vereceğini, bunun o günün koşulları çerçevesinde alınacağını vurgulayıp “Bu nedenle üyelik hedefine odaklanıp reformlarımızı sürdürelim. Bunlar zaten Türkiye için gereklidir” diyemiyor.
Bunun yerine, “AKP yüzünden bizi istemiyorlar” argümanının kolaycılığına kaçıyor.
Hükümeti itelemesi gerekirdi
Oysa Batı’da kalmamıza önem verdiğini iddia eden bir parti olarak, AB reformlarının doğru dürüst uygulanmasının yakın takipçisi olması gerekirdi. Hâlâ gerçekleştirilemeyen reformlar konusunda da ısrarcı olması gerekirdi.
Kısacası, AB’nin yıllık izleme raporlarına dayanarak hükümeti AB yolunda sürekli itelemesi gerekirdi. Tabii AB karşıtı değilse, ki olmadığını iddia ediyor. Fakat bunu yaptığını hiç görmedik.
Hal böyle olunca, CHP kurmaylarının, “Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor” demeleri gülünç kaçıyor. Dediğimiz gibi, “Şayet öyle ise, CHP bunun olmaması için ne yaptı, ne yapıyor?”