Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ABD diplomasisinin üst kademesinden bir isimle konuşuyoruz. Ermenistan ile imzalanan “Zürih Protokolleri”nin akıbetini soruyor. Bunların Meclis’ten geçmesinin ne kadar zaman alacağını merak ediyor.
Ardından da hatırlatmada bulunuyor. “Aslında fazla zaman da yok. Yakında 24 Nisan ve soykırım baskısı tekrar başlayacak.” Gerçekten de Amerika’daki Ermeni lobisi şimdiden hareketlendi.
Diasporadaki sertlik yanlıları, TBMM’nin protokolleri onaylamamasını ümit ediyorlar. Böylece, bu protokollerle daralan hareket sahalarına tekrar kavuşmayı umuyorlar.
Konuştuğumuz Amerikalı yetkilinin yaklaşımında, basit bir hatırlatmadan çok, ciddi bir uyarı varmış gibi geldi bize. Biz de, ayaküstü dile getirilen bu görüşün ayyuka çıkması halinde, bunun Türk kamuoyunda “bir tehdit” olarak algılanacağını söyledik.
Bu arada, Türk tarafının üst kademesinden bir yetkiliye kısa bir süre önce benzeri bir soruyu sorduğumuzda aldığımız çarpıcı yanıtı tekrarladık. “Türk tarafı ABD’den gelecek 24 Nisan baskısı karşısında ‘o zaman biz de o protokolleri törenle yırtıp atarız’ diye konuşuyor” dedik.

Mazoşist eğilim var

ABD’li muhatabımız bu yanıt karşısında bir süre suskun kaldı. Yüzünde “Şu çılgın Türkler gerçekten yaparlar!” dercesine bir ifade belirdi. “Herhalde, Türkiye’nin 1974’te Washington’ın sert uyarılarına rağmen Kıbrıs’a gittiğini, ABD ile Avrupa’daki tüm varsayımlara rağmen mart tezkeresini reddettiğini hatırladı” diye düşündük.
Türkiye’de, Ermenistan açılımından Ergenekon davasına kadar her şeyin arkasında Amerika’yı gören mazoşist bir eğilim var. Ancak, Washington’dan ülkemizi takip edenler, ABD’nin Ankara üzerinde sanıldığı kadar etkili olmadığını biliyorlar.
Nitekim, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon, geçen hafta Ankara’da düzenlediği basın toplantısında, Washington’ın Kürt açılımının arkasında olup olmadığına ilişkin bir soruyu “Keşke o kadar etkili olabilseydik” diye yanıtladı.
Zaten ABD o ölçüde etkili olsaydı, Ankara bugün İsrail ile bozuşuyor, İran ve Suriye ile sevişiyor olmazdı. Washington’ın hiç etkisi yok demiyoruz tabii. Tarih aksini gösteriyor.
Ancak aynı tarih, Türkler açısından “yaşamsal” sayılan konularda bunun geçerli olmadığını da gösteriyor. Bu arada, ABD sanıldığı kadar etkili olsaydı, Kafkaslardaki durumu çoktan lehine çevirmişti.
Bugün Gürcistan ve Ermenistan toplumları -Türklerin aksine- önemli ölçüde Amerikan yanlısıdır. Bunda her iki ülkenin Amerika’daki diasporalarının etkisi de var tabii. Azerbaycan da Washington ile askeri, sivil ve ekonomik konularda önemli ölçüde işbirliği yapmaktadır.

Büyük oyun Kafkaslarda

Washington, bu avantajlı konumuna rağmen, Karabağ sorununun çözümü açısından bugüne kadar etkin olamamıştır. Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Doğu Avrupa’da yaptığını Güney Kafkasya’da yapamamıştır.
Özetle bölgeyi etki alanına sokamamıştır. Var olan dengeler ve yerel gerçekler bunu engellemiştir. Çözümü sanılandan basit olan Karabağ sorununu da bu nedenle çözememiştir.
Nitekim, Gordon’un geçen hafta basın toplantısında Karabağ konusunda söyledikleri de çok umut verici değildi. Bu arada, Ermenistan’la normalleşme süreciyle Karabağ arasında ilinti olduğuna dair Türk görüşünü bildiğini söylemesi de önemliydi.
Bu sözler, ABD’nin -hoşuna gitmese de- bu ilintiyi kabul etmesi anlamına geliyor. Doğrudan olmasa da dolaylı olan bu ilinti de zaten güncel bir gerçeği temsil ediyor.
Diasporanın soykırım girişimlerinin ise güncel gerçeklerle bir ilgisi yok. Var olduğu söylenen ilgisi ise esas itibarıyla farazi.
Uzun lafın kısası, ABD de aslında “büyük oyunun” Kafkaslarda oynandığını biliyor. Ermeni diasporası uğruna bu bölgedeki çıkarlarını da tehlikeye atmayacaktır.
Türkiye de, aynı gerçeklerle yüz yüze olduğu için, o protokolleri törenle yırtıp atmayacaktır. Ancak, ABD yönetiminin, “24 Nisan uyarılarıyla” Meclis’teki protokollerin geçmesini hızlandırmaya çalışması da yanlıştır. Bunun yarardan çok zarar getireceği ortadadır.