Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Rusya ve Çin’in, Güvenlik Konseyi’nde, Arap Birliği önderliğinde hazırlanan Suriye tasarısını veto etmeleri, gazetelerimizin internet sayfalarındaki “okuyucu yorumlarından” gördüğümüz kadarıyla, bizde genelde “Helal olsun adamlara, Batı’nın oyununu bozdular” şeklinde şablon yorumlara neden oldu.
Güzel de, bu ülkeler Beşar el Esad’a aynı zamanda “Katliamlara devam et, arkandayız” mesajı da göndermiş oldular. Bu yetmiyormuş gibi, giderek silahlanan Suriyeli muhalifler de bundan “Bildiğimizi yapalım, çünkü yardım gelmiyor” mesajı almış oldular.
Suriye’deki gelişmeler de zaten bu mesajların alındığını gösteriyor. Özetle, Rusya ve Çin, tümüyle “dişsiz” olan bu tasarıyı bile veto etmek suretiyle Suriye’yi iç savaşa sürükleyen dinamikleri hızlandırmış oldular. Ankara açısından ise bundan kötü bir sonuç olamazdı.
Zira bu durum, Suriye’deki şiddeti yasal yollardan engelleyecek hiçbir uluslararası baskı aracı veya mekanizmanın olmadığını ortaya koymuş oldu. Gelişmelerin Türkiye’yi de etkileyen ciddi boyutlara erişmesi halinde, Ankara’nın, tek taraflı olarak veya Batılı bazı müttefikleriyle, Suriye’ye müdahale etmek zorunda kalması olasılığı da bu durumda göz ardı edilemez.

Bundan büyük hediye olmaz
Peki, Türkiye tarafından da desteklenen tasarıda ne vardı ki Rusya ve Çin vetolarını kullandılar? Her şeyden önce, tasarı herhangi bir askeri müdahaleyi, hatta ekonomik ambargoyu içermiyordu. Moskova’nın bu konudaki itirazları bu açıdan etkin olmuştu.
Tüm tarafları şiddete derhal son vermeye davet eden tasarı, aynı zamanda demokratik bir rejime geçişin altyapısının hazırlanması çağrısında bulunuyordu. Buna karşın tasarı, bu çağrılara uyulmadığı takdirde Suriye’ye herhangi bir yaptırım öngörmüyordu.
Özetle, Rusya ve Çin, yaptırım gücü olmayan, sadece “Şiddeti durdur, demokrasiye geçişi sağla” çağrısında bulunan bir tasarıyı bile fazla gördüler. Esad’a bu aşamada bundan daha büyük bir hediye verilemezdi.
Rusya’nın, “muhalefetin yeterince suçlanmadığı” ve “Suriye’de rejim değişikliği istendiği” gerekçesiyle vetosunu kullandığı söyleniyor. Oysa tasarı tüm taraflara şiddeti derhal durdurmaları çağrısında bulunuyordu. Öyle anlaşılıyor ki, burada Rusya ve Çin’i asıl rahatsız eden, Suriye’nin demokratik düzene geçmesi için, yani rejim değişikliği için yapılan çağrı oldu.
Bu çağrı, Türkiye’nin mevcut Suriye politikasının da temelini oluşturuyor. Ancak Rusya ve Çin’deki yönetimler için “demokrasinin” -hem iç hem dış siyaset açısından- hâlâ olumsuz çağrışımları olan bir kavram olduğu anlaşılıyor.

Moskova gardını alıyor
Bu vetoların arkasında ne yatarsa yatsın, sonuçta bölgenin, Suriye’nin “Sovyet peyki” olduğu Soğuk Savaş ortamına tekrar sürüklendiği görülüyor. Arap Baharı’na soğuk bakan Moskova da, bölgedeki gelişmeler karşısında stratejik çıkarlarını korumak için “gardını alıyor”.
Nitekim, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un yarın Şam’a gideceği belirtiliyor. Lavrov’un, perde arkasında Esad’a hangi telkinlerde bulunursa bulunsun, bu ortamda kameraların önünde Şam’la dayanışma görüntüsü vermek zorunda kalacağı kesin.
İran ve Irak’la ilişkileri Suriye yüzünden çalkantılı bir dönemden geçen, şimdi de Rusya’yla bu konuda aynı noktaya gelme olasılığı bulunan Ankara da kuşkusuz Lavrov’un ziyaretini yakından izleyecektir.
Bu arada, Ankara’nın Suriye konusunda yakın takibe alacağı diğer gelişme de Fransa odaklı. Cumhurbaşkanı Sarkozy şimdi, “Bu iş BM’yle olmayacak, ‘Suriye’nin Dostları’ adı altında bir gönüllü ülkeler grubu oluşturalım” diyor.
Libya’da olduğu gibi “askeri boyutu” da olacağını varsaydığımız bu girişim de Türkiye açısından sorunlu. Kaldı ki, girişimin başını Fransa’nın çekmesi, Ankara için malum nedenlerden dolayı şu anda zaten yeterince rahatsız edici.
Sarkozy’nin fikrinin tutması halinde Türkiye’nin, 2003’te Irak’ta ve son olarak da Libya’da olduğu gibi, tekrar zor kararlarla karşı karşıya kalacağı aşikâr. Uzun lafın kısası, Türkiye’nin Suriye baş ağrısı bugünden yarına gidecek gibi değil. Bu konu Ankara’yı epey uğraştıracağa benziyor.