Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye ile Rusya’nın küresel düzeyde önemli olan bazı konularda ne denli zıt kutuplarda durduklarını Suriye meselesi ortaya koyuyor. İki ülkenin ilişkileri açısından dünyaya olumlu bir görüntü vermeye özen göstermeleri yine de hep dikkat çekmiştir. Bunun başlıca nedeni, kuşkusuz, “stratejik önem” kazanmış olan ekonomik ilişkilerdir.
Başbakan Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında dün Moskova’da Suriye konusunda yapılan görüşmenin ayrıntıları bu yazı kaleme alındığında henüz belli değildi. Bu ayrıntılar bugün daha fazla netlik kazanmış olacak.
Burada Suriye konusunda iki ülkeyi ilgilendiren ve üzerinde işbirliği yapmaları halinde bölgemiz ve dünya açısından olumlu sonuçlar doğuracak olan genel bazı hususlara işaret etmek istiyoruz. Dünkü kanlı gelişmelere de bakarak, Suriye’deki yangının bir süre daha büyüyerek devam edeceği anlaşılıyor.

Gül’ün açıklamaları
Fakat her yangın gibi bu da eninde sonunda sönecektir. Önemli olan yangın sonrasında Suriye’de ortaya çıkacak olan rejimdir. Cumhurbaşkanı Gül dün bu konuda “Kendi halkını bu kadar bombaladıktan ve bu kadar ölümlerden sonra çok süratli bir şekilde yapılacak şey halkın iradesinin açık bir şekilde ortaya konacağı yeni yönetimdir” açıklamasında bulundu.
Burada “halkın iradesinden” kastedilen “çoğunluktaki Sünnilerin iradesi” ise Rusya’nın bunu kabul etmesi mümkün değil. Moskova, her şeyden önce, Beşar el Esad’ın söylendiği kadar yalnız olduğuna inanmıyor. Suriye’de yaşananlara bir “iç savaş” olarak bakarak Nusayrilerin yanı sıra, Hıristiyanlarla laik Sünnilerin bir kısmının da, Esad’ı olmasa bile, Baas rejimini desteklediklerini söylüyor.
Özetle Rusya, Suriye’de “halkın iradesi” meselesi gündeme geldiğinde, bunun “Sünni olmayan azınlıkların haklarını da içermesi gerektiğini” savunuyor. Bunu elbette ki demokrasiye olan inancından değil, Suriye’deki çıkarlarını korumak için yapıyor. Gelişmeler de Moskova’nın bu ısrarını sürdüreceğini gösteriyor.
Bu nedenle Suriye’de uzun vadede istikrar isteniyorsa, Rusya’ya göre ortaya çıkacak yapının Sünni çoğunluğa dayanan ve İslami eğilimli olan bir rejim değil, tüm kesimleri koruyan bir yönetim biçimi olması gerekecek. Moskova’nın, Suriye’de aşırı dinci bir iktidarın işbaşına gelmesinden endişe eden Batıyı da bu konuda ikna etmesi zor olmayacaktır.

Oyun kurucu olma durumu yok
Türkiye’nin Ortadoğu’ya dönük artan ilgisinin odağında İslami eğilimlerin ve “Sünni dayanışması” ruhunun yattığı ise yerli ve yabancı analizlerde sık sık yer alan bir husus. Ankara’nın bunun doğru olmadığını göstermek açısından atacağı somut adımlar, sadece Suriye’de değil, Ortadoğu’nun genelinde istikrarı sağlamaya dönük Türk-Rus işbirliğinin de önünü açacaktır.
AKP çevreleri aksini iddia etseler de, Türkiye bölgesinde “oyun kurucu” olma potansiyelini mevcut durumda yitirdi. Irak ile ilişkilerin de bu açıdan kötü bir mecrada seyrettiğini görüyoruz. Rusya ile bölgenin akıbeti konusunda varılacak genel kapsamlı bir mutabakat ise Ankara’yı yeniden “bölgesel oyuncu” yapacaktır.
Fakat bunun için Türkiye’nin “mezhepsel tercihlerden” ziyade, “ideolojik açıdan nötr” olan bir şekilde istikrarı pekiştirecek tercihlere yöneldiğini göstermesi gerekecektir. Daha önce birçok kez dediğimiz gibi, uluslararası ilişkiler ne AKP’nin, ne de başkalarının öznel arzularına göre şekillenemeyecek derecede karmaşık olmuştur her zaman.

Gerçeklere göre hareket etmek
Özünde “öngörülemezlik” olduğundan, bu ilişkiler masa başında yazılan güzel tezlere de pek nadiren uymuştur. Nitekim, Sovyetler Birliği’nin beklenmedik çöküşüyle yırtılıp atılan tezlerin haddi hesabı yoktur.
Sonuçta Suriye krizinin Rusya olmadan çözülemeyeceğini artık görmek ve Moskova’nın o ülkede stratejik çıkarları bulunduğunu kabul ederek hareket etmek durumundayız. Rusya da elbette ki Türkiye’nin Ortadoğu’da artan önemini kabul etmek durumunda.
Bu gerçeklere göre hareket etmek hem karşılıklı olarak duyulan bazı şüpheleri giderecek, hem de bölgeye dönük yapıcı ve işlevsel işbirliğini kolaylaştıracaktır.