Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Almanlar “Laurel ve Hardy” ikilisinden söz ediliyormuş gibi, Türkiye’de ortaya çıkan “Sarkozy ve Merkel” söyleminden rahatsız. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Türkiye’nin üyeliği konusunun, Fransa’nın aksine, Almanya’da siyasi malzeme yapılmadığını belirtiyorlar. “Sarkozy başka, Merkel başka” diyorlar.
New York Times’ın 1 Haziran tarihli sayısında konuyla ilgili bir haber-analiz yazan Judy Dempsey de aynı şeye işaret etmişti. “Muhafazakâr parti Türkiye aleyhtarlığından vazgeçti” başlıklı yazısında Dempsey, hiçbir Alman politikacının ülkedeki Türk seçmeni artık göz ardı edemeyeceğini yazmıştı.
Ancak, Başbakan Angela Merkel’in muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Partisi (CDU), bu duruma rağmen, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmaktan vazgeçmiş değil. “BBC World”ün “Hardtalk” adlı programını pazartesi günü izleyenler de CDU’nun üyeliğimize niçin karşı çıktığını, partinin en kıdemlilerinin birinin ağzından dinlediler.
Almanya’nın bu yıl yenilecek olan Avrupa Komisyonu’ndaki başlıca temsilcisi olması beklenen İçişleri Bakanı Wolfgang Schauble, partisinin, özgün bir siyasi kimliği olan, egemenliğin paylaşıldığı ve tek bir orduya sahip olan “federal” bir Avrupa’nın Türkiye ile imkânsız olduğunu vurguladı.

Egemenlik transferi
“Benim kesin kanaatim o dur ki, Avrupa kıtasının ötesine gidersek, siyaseten birleşik olan bir Avrupa yaratamayız” diyen Schauble, “Avrupa kıtasını” tanımlarken de, “Konstantinopolis tabii ki Avrupa’nın bir parçası, ama Anadolu değil” dedi.  “Konstantinopolis” demesinin bir cehaleti mi, yoksa bir önyargıyı mı yansıttığını artık okuyucunun takdirine bırakıyoruz.
Schauble, Başkan Obama’nın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destekle ilgili soruyu da klişeleşmiş ve yanıltıcı bir demagojiyle yanıtlayarak, “Kolaysa Meksika’yı içlerine alsınlar” dedi. Bu yanıt tabii ki ucuz ve sığ, çünkü ABD ile Meksika arasında açılmış olan bir üyelik müzakeresi söz konusu değil.
Ancak, Schauble gibi düşünenler açısından bunu görmemeyi tercih etseler de -çok ciddi bir sorun var. AB içinde birçok ülke, CDU’nun istediği ölçüde egemenliklerini dışarıya transfer eden ve özgün bir siyasi kimliği olan federal bir “Avrupa Birleşik Devletleri” vizyonunu paylaşmıyor.
İşin garip yanı, AB içindeki siyasi etkinliği giderek azalan Fransa’nın bile bunu kabul edeceği kuşkulu. Zira Fransa’nın ulusal egemenliğe atfettiği önem biliniyor. Gözlemciler Fransızların, ancak AB’nin önder ülkesi olmaları halinde böyle bir egemenlik transferine razı olabileceklerini belirtiyorlar. 

Türkiye’nin tartışmadığı husus
Sarkozy’nin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmasının asıl nedeninin de, “Federal Avrupa projesini bozar” düşüncesi değil, “Ülkemizi Müslüman göçmen istila eder” kaygısı olduğunu hatırlatıyorlar.
Bunun yanı sıra, ulusal parasından vazgeçmeyen ve Schengen’e dahil olmayan bir İngiltere’nin bu tür bir federal yapıyı reddedeceği ortada. “Yeni Avrupa”nın birçok ülkesindeyse, “Sovyetler Birliği’nden, egemenliğimizi başkalarına teslim etmek için kurtulmadık” diyenlerin sayısı da az değil.
Onun için, Schauble’nin AB için ortaya koyduğu “vizyon”, en azından şimdilik, “ham hayal” gibi görünüyor. Fakat Schauble’nin sözlerinde yine de Türkiye’de hiç tartışılmayan çok önemli bir husus var. Biz AB’ye, bizi içeri almak istemeyen lüks bir kulüpmüş gibi basit bir açıdan bakıyoruz. Buna kızıp, asıl can alıcı ve önemli hususları tartışmıyoruz. Bunların başındaysa “egemenlik transferi” meselesi geliyor.
AB üyesi ülkeler, hepsi Schauble’nin büyük vizyonuna katılmasa bile, şimdiden önemli ölçüde egemenlik transferinde bulunmuş durumdalar. Türkiye’nin ise bu ölçüde bir egemenlik transferine bile razı olacağı kuşkulu.
Tartışacak ve AB’nin gerçekten ne anlama geldiğini anlayacak olsak, “Bu kadarı bizim için fazla” düşüncesinden hareketle, “AB ile özel ilişki” taleplerinin bu kez Türkiye’nin içinden gelmeye başlayacağından eminiz.