Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Aldous Huxley’in bir sözü var. “Gerçekleri göz ardı etmek o gerçekleri ortadan kaldırmaz” der ünlü İngiliz yazar. Dün TBMM’de yapılan tarihi oturumdaki konuşmaları dinlerken, aklımıza bu söz geldi.
Biz de buna şu eklemede bulunuyoruz: “Göz ardı edilen gerçekler eninde sonunda su yüzüne çıkar.” Kürt sorunu açısından geçmiş 35 yıla bakalım. Karşımıza gerçeklerin sadece göz ardı edilmediği, aynı zamanda ısrarla inkâr edildiği bir dönem çıkıyor.
Dünkü gazetelerde Anadolu Ajansı’nın ünlü tarihçimiz Halil İnalcık ile bir söyleşisi vardı.
Tuna kıyılarında Kanuni dönemine ait hoş anekdotları kendi ağzından dinleme şerefine ulaştığımız İnalcık’ın söyledikleri, bugün bile nasıl bir “devekuşu” anlayışıyla yönetildiğimizi ortaya koyuyordu.
Yaşayan en önemli tarihçimiz olan İnalcık’ın, okullarda okutulan tarih kitaplarındaki fahiş hataları tespit etmesine rağmen, yetkili hiç kimsenin bu konuda kendisine danışmadığını anlatması, “gerçekler” açısından bugün bile nerede olduğumuzu trajik bir şekilde ortaya koyuyor.

Belge, Erdem ve İnalcıkBaşka bir ifadeyle, “kafayı kuma gömme” güdümüzden henüz kurtulabilmiş değiliz. Buna rağmen bu durumun da artık zorunlu olarak değişmeye başladığını görüyoruz. Uzun zamandır inkâr edilen ancak bir türlü yok olmayan gerçeklerin hepsi tek tek su yüzüne çıkmaya başlamıştır.
Aynı zamanda, bugüne kadar “ulusal anlatı” çerçevesinde “gerçek” olarak sunulan birçok şeyin de “tarih” değil aslında “mitoloji” alanına girdiğini de daha net görüyoruz artık. Murat Belge’nin “Genesis” ve Y. Hakan Erdem’in “Tarih-Lenk” adlı kitapları, bu çarpıklığın tarihsel ve metodolojik altyapısını anlatan ve bizce Halil İnalcık’ın kitapları gibi okullarda okutulması gereken son araştırmalardır.
Fakat dediğimiz gibi, Türkiye, iç ve dış konjonktürel gelişmelerin zorlamasıyla değişiyor artık. O kadar ki, Türkiye’de Kürtlerin bulunduğunu artık kabul etmekle kalmıyoruz, “Bu soruna askeri değil, demokratik çözüm ne olabilir?” diye tartışıyoruz.
Özetle, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın ifadesiyle, “on yıllarca ertelenmiş ve dondurulmuş olan sorunların” artık göz ardı edilemeyeceği bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Bu çerçevede de “demokratik açılım”dan, “herkes için daha fazla özgürlük”ten, “hakkı ihlal edilen herkesi korumanın devletin vazifesi olduğundan” söz ediyoruz.
Bütün bunlar olurken toplumun bazı kesimlerinde bir “hazım” sorununun yaşanması ise şaşırtıcı değil. Yaşanan kanlı dönemden kalan yaraları ve acıları unutmak da tabii ki kolay değil. Bunu başka ülkelerde yaşanan benzeri süreçler de göstermiştir.

Yeni perspektif getiremediler
Bu arada, CHP ve MHP’nin bu demokratikleşme sürecinden kendileri için siyasi avantaj sağlamaya çalışmaları da demokratik ortam açısından son derece normaldir. Öte yandan, bu partilerin dünkü tarihi oturumda gündeme yeni bir perspektif getirememiş olmaları, ortaya yapıcı herhangi bir öneri koyamadan -ve saat geriye çevrilebilirmiş gibi- Türkiye’nin en önemli sorunu karşısından tutucu bir yaklaşım sergilemeleri ise şaşırtıcı olmamıştır.
Ancak, söz konusu oturumun yapılabilmiş olması ve Meclis kürsüsünden söylenenlerin söylenebilmiş olması demokrasimizin gelişmesi açısından yine de çok önemli bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Ele alınan konularda elbette ki son söz söylenmedi. Bu konularda önümüzdeki günlerde de hararetli ve gergin tartışmalar yaşanacaktır.
Ancak, Türkiye’nin değişmekte olduğu da yadsınamayacak bir gerçektir. Başkaları bu gerçeği olumsuz bir perspektiften değerlendirmeyi tercih edebilirler. Sonuçta herkes görüşünü ortaya koymakta hürdür. Fakat başta da dediğimiz gibi, gerçekleri göz ardı etmek o gerçekleri ortadan kaldırmıyor. Çeyrek asırdır Kürt sorununda yaşadıklarımız ve bugün geldiğimiz nokta da zaten bize bunu gösteriyor.