Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Çünkü, ortada "karşılıklı uyuşmazlık" var. Kısacası, Türkiye'nin de bir "hazım kapasitesi" olduğu ortaya çıktı. Örneğin, Avrupa, "70 milyon Müslüman Türke" direnirken, Türk tarafı da 70 milyonluk nüfusunda devede kulak bile olmayan Hıristiyan unsurunu zor kabul ediyor. Bu azınlığa karşı yükümlülüklerini yerine getirmek istemiyor. AB sürecimizin belirsiz bir şekilde devam edeceği artık belli oldu. Aslında ne Türk tarafı, ne de AB tarafı, "Kıbrıs restleşmesine" rağmen bu ilişkiyi kolay koparamaz, zira büyük çıkarlar söz konusu. Ancak, ilişkinin "olgunlaşması" için fazla çaba harcamayacakları da görülüyor. "Bireysel özgürlükler ve haklar" gibi kavramların ise Türkiye'nin temel paradigmaları arasında yer almadığı, geçerli paradigmaların "istikrar ve birlik" gibi kavramlar olduğu AB süreciyle daha da netleşti. Kısacası, "bireysel özgürlükler ve hakların" çok kolayca feda edildiği bir yapılanmadan söz ediyoruz. Avrupa'da da zamanında durum böyleydi tabii, ama büyük tarihi badireler sonrasında bu büyük ölçüde aşıldı.Geçmiş değil, günümüz Avrupa'sını güden temel ilkelerde zorlanması elbette ki Türkiye'nin kalkınma sürecini henüz tamamlayamadığını ortaya koyuyor. Açıkça telaffuz edilmese de, "AB gömleği"nin Türkiye'ye, en azından şu aşamada, "fazla büyük" geldiği ortada. Gömlek büyük geldi Türkiye'deki egemen erkin de zaten AB'ye her zaman sadece bir "ekonomik kalkınma lokomotifi" olarak baktığı biliniyor. Bu erkin, 1960'larda veya en geç 1970'lerde tamamlanmış olması gereken siyasi ve sosyal reformların uygulanmasına 2000'li yıllarda bile hâlâ direniyor olması da bunu gösteriyor.Bu durumda, söz konusu erkin -ki burada kendisini "Kemalist" ve "ulusalcı" diye tanımlayan baskın unsurdan söz ediyoruz- AB üyeliğini kademeli olarak "devlet politikası" mertebesinden indireceğini tahmin etmek güç değil. Kıbrıs tartışmaları da, tabii ki, buna uygun bir zemin hazırlıyor. Reformlara direnç Söz konusu erkin "İslamcı" diye tanımladığı mevcut iktidarın da, bu durumda, yeni siyasi ve ekonomik "eksenler" arayacağı kesin. Tahminimize göre, petro-dolar içinde yüzen ve parasını yatıracak yer arayan Arap sermayedarlarının ülkemizdeki varlığını önümüzdeki dönemde daha da çok hissedeceğiz. Siyasi yapılanma olarak da, geçen haftaki zirvesinde İran Devlet Başkanı Ahmedinecad'ın epey "sükse yaptığı" ve "Diktatörler Kulübü" diye de bilinen "Şanghay İşbirliği Örgütü" gibi yapılanmalara yanaşmaya çalışacağını öngörebiliriz. Yeni eksenler Zaten, Ankara henüz başvurmamış olsa da, Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri sözcüsü Liu Ziançao, Şanghay'da yapılan zirve sonunda, Türkiye'yi aralarında gözlemci olarak görmekten memnun olacaklarını açıkladı -ki ABD'nin aynı statüyle katılma talebi, Rusya, Çin ve Orta Asya ülkelerinden oluşan bu örgüt tarafından reddedilmişti. Bu "eksen kayışları," tabii ki, egemen erkin kendisi için biçtiği "Batılı" ve "modern" görüntüyle uyuşmayacaktır. Ancak, ne yazık ki dünyada olduğun gibi görünmek, ya da göründüğün gibi olmak gibi bir zorunluluk var. Zaten bunu siz yapmazsanız, koşullar sizi oraya iter. semihi@cnnturk.com.tr Şanghay'daki zirve