Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bu, Türkiye için çok büyük bir başarıdır. Bu nedenle hükümete ve özellikle de Dışişleri Bakanı Babacan’a teşekkür borçluyuz. Ancak, konuyu yakından takip edenler için ortada büyük bir sürpriz de yok.
Nitekim, kısa bir süre önce New York’tan yazdığımız yazılarda, BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmemiz konusunda rüzgârın bizden yana estiğini belirtmiştik. Türkiye’nin Ortadoğu ve Kafkaslar'a dönük yapıcı diplomatik atılımlarının bu başarıda kuşkusuz önemli bir payı var.
Ancak iş bununla bitmiyor. Türk diplomasisi hiçbir noktada rehavete kapılmadı. Son güne kadar yoğun bir şekilde çalıştı ve 151 ülkenin oyuyla arzulanan sonuca vardı.
Üstelik bu öyle bir çalışma ki, hiçbir ülke küçümsenmeden neredeyse hepsinin ayağına gidildi. Ankara’nın benzeri görülmeyen bu “küresel lobi faaliyeti” Pasifik havzasından Uzakdoğu’ya, Baltık ülkelerinden Afrika ve Latin Amerika’ya kadar uzandı.

Kıdemli isimler

Bu aynı zamanda son derece başarılı bir kadronun eseri oldu. Kahramanları ise hiç de az değil. Bu gibi hallerde isim vermek sakıncalıdır. “İsmini vermediklerimiz alınır mı?” diye endişelenirsiniz.
Biz gene de bazı kıdemli isimleri vermek durumundayız. Bunların başında elbette ki Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Ertuğrul Apakan, BM Daimi Temsilcimiz Büyükelçi Baki İlkin, Washington Büyükelçimiz Nabi Şensoy ve New York’taki lobi faaliyetlerinin eşgüdümünü sağlayan Büyükelçi Hasan Göğüş geliyor.
Bu arada, Cumhurbaşkanı Gül’ün Başdanışmanı Büyükelçi Gürcan Türkoğlu ile Özel Kalem Müdürü Büyükelçi Avni Karslıoğlu'nu da bu isimlere dahil etmek gerekiyor. Ancak burada bir hususun altını kalın çizgilerle çizmeden edemeyeceğiz.
Bu kıdemli diplomatlarımızın başarıları da genç ve dinamik ekiplerine dayanıyor. Yaşıtlarımız artık büyükelçi olarak ikinci, hatta üçüncü turlarına hazırlanırken, genç kuşak diplomatlarımızdan koptuğumuzu hissediyorduk.

Genç kuşağa geçiyor

Ancak, hem BM Güvenlik Konseyi adaylığımız, hem de başka vesilelerle bu kuşağı da tanımaya başladık. Dış politika yönetimimizin, dünyaya tümüyle vakıf olan bilgili ve sofistike bir genç kuşağa geçmekte olduğunu görüp gururlanıyoruz.
Burada bir hususun altını daha çizmek zorundayız. Kazanılan, Eurovision Şarkı Yarışması veya Dünya Kupası değil. Türkiye’nin iki yıl boyunca önemli yükümlülükler üstleneceği son derece ağır gündemli bir süreçten söz ediyoruz.
Sonuçta, Cumhurbaşkanı Gül’ün ifadesiyle, “Dünyayı yöneten icra kurulunun içine girmiş bulunuyoruz.” Bu noktada da bu kez Dışişleri Babacan’ın ifadesiyle, “kazanmanın laneti” devreye giriyor. Bu da şu demek oluyor: Ankara, İran’ın nükleer emelleri veya Darfur’daki soykırım gibi hassas küresel konularda artık somut pozisyonlar takınmak durumunda kalacak. Geleneksel “ihtiyat ve itidal” yaklaşımıyla bu tür konularda “son konuşan “ülke olmayı bırakmak zorunda kalacak.

Türkiye, AB’den destek aldı

Bu arada, bizim için en sevindirici hususlardan biri de Türkiye’nin, “Avrupa grubu” adına seçilmiş olması ve AB içinden de destek almış olmasıdır. Bunun Türkiye’nin Avrupa’daki konumunu güçlendireceği aşikâr.
Burada son sözümüz Başbakan Erdoğan’a olacak. Hükümetinin bu başarısının ardından Türkiye’nin “korkularının değil, hedeflerinin peşinde koşan” bir ülke olmak zorunda olduğunu söylemiş. Biz de kendisine, yapıcı anlamda, “Hodri meydan” diyoruz.