Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “Kürt açılımı”na ilişkin sözleri gündemin başına oturdu.
Bu açılıma şiddetle karşı olan MHP kaynakları Başbuğ’un sözlerinin “bu işe son noktayı koyduğunu” savunuyorlar. Söz konusu açılıma ve kronikleşmiş olan bu sorunun çözümüne katkıda bulunmama eğilimi ağır basan CHP de, Genelkurmay Başkanı’nın arkasına sığınıyor.
Bu konuyu dün bir yabancı diplomat arkadaşla konuşuyorduk. “Size Kürt açılımı değil, her şeyden önce bir sivil açılımı gerekiyor” dedi. Haklı da bulduk. Askerin Türkiye’yi ilgilendiren meselelerde görüşünü bildirmesi tabii ki doğal. Bu, Batı açısından da o kadar garip değil.
ABD’nin Irak işgali öncesinde ve sonrasında üst düzey askeri yetkililer de konuyla ilgili görüşlerini bildirmişlerdi. İfade edilen görüşler de tüm görüşlerle birlikte bir yana not edilmişti.
Batılıların Türkiye’de garip buldukları, asker konuştu mu, sivil kanadın “elektriklenmesi” ve “Son söz söylendi” havasına girmesi. Bu arada, söylenenin satır aralarından herkesin kendisine göre bir anlam çıkarması.
Başbuğ’un konuşmasından sonra da olan budur. Örneğin, bir kesime göre, Genelkurmay Başkanı, “MGK bildirisini tekzip etti.” Ancak MGK bildirileri oybirliğiyle ortaya çıkmıyor mu? Yoksa bilmediğimiz bir şey mi var?
Herkes istediği gibi yorumluyor
Öyle bir görüntü yaratılıyor ki, ya hükümet kanadı askere bir şeyler empoze ediyor ya da askeri kanat tutarsız davranıyor. Aslında MGK bildirisi ile Org. Başbuğ’un sözleri arasında çok da büyük bir zıtlık yok. Ama herkes istediği gibi yorumluyor.
Böylece ortaya garip bir durum çıkıyor. Özetle, birbirlerini yiyen siyasetçilerin hepsi Başbuğ’un sözlerini “haklı” buluyor. Sonunda karısı dahil herkesi haklı bulan Nasrettin Hoca gibi.
Org. Başbuğ’un görüşleri çok önemli de olsa, sonuçta, Anayasa gereğince sivil otoriteye bağlı olan bir kurumun görüşleridir. Onun için konunun gerçek çerçevesi içinde değerlendirilmesi gerekiyor. Demokrasilerde nihai kararı veren ise seçilmiş olan sivil otoritedir.
Bu nedenle, “Başbuğ son noktayı koydu” havasını yaratan siyasetçiler kendi konumlarını da sıfırlamış oluyorlar. Böylece ya demokrasinin ne anlama geldiğini anlamıyorlar ya da “demokratız” iddiasına rağmen seçmeni kandırıyorlar.
Kürt açılımını çok yakından izleyen Batılı diplomatlar, bu konunun Türklerin “mazoşist eğilimlerini” de tekrar ortaya koyduğunu savunuyorlar.
Bunun “ABD kaynaklı bir proje” olduğunu söyleyenlerin bunu açıkça ortaya koyduklarını belirtiyorlar. Bir Amerikalı diplomatın konuyla ilgili görüşleri şöyle:
“Bu açılıma ihtiyaç duyulmasına yol açan faktörler Türkiye’nin kendi sosyolojik gerçekleri olmaz mı acaba? Türkiye’de bu konuda hiçbir sorun yok, olan sorunu ise Amerika yarattı, öyle mi? Buna inananların olduğunu biliyoruz, ama daha iyi bilmesi gerekenler nasıl inanıyor, anlamıyoruz.”
‘Var olan gerçekleri anlama’
Aynı diplomat şöyle devam etti:
“Öte yandan, Kürt sorununa makul ve demokratik zeminde bir çözüm bulunursa bu ABD’nin işine gelir mi? Elbette ki gelir. Onun için bu konuda hükümeti teşvik eder miyiz? Ederiz tabii ki. Ama bu işi önlerine paket olarak koyan biz miyiz? Buna inanmak gerçekten komik.”
Öyle anlaşılıyor ki, sadece bir “sivil açılımı”na değil, aynı zamanda Amerikalıların, “var olan gerçekleri kavrama” anlamına gelen, “reality check” dedikleri şeye de ihtiyacımız var.
Yoksa bazılarının yaklaşımının mantıki sonucu, ülkenin tekrar “ Kürt yok, karda kart kurt diye yürüyenler var” noktasına dönmesidir. Bu da mümkün olmadığına göre, soruna ciddi olarak bakma ve gerekli çözümleri elbirliğiyle yaratmaya çalışma zamanı gelmiştir.
Bunu yapmayıp da, işin kolayına kaçıp, askerin ağzından çıkan her şeyi “kanun” olarak değerlendireceksek, Türkiye’nin işi gerçekten zor demektir.