Serpil Çevikcan

Serpil Çevikcan

scevikcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, dün sandığa giden milliyetçi oyların bir bölümünü hanesine yazdırabilmek için, Kürt meselesine bakışını, “Biz olsaydık Öcalan’ı asardık” ifadesine kadar getirdiği bir kampanya döneminden geçtik.
Herkes biliyor ki, seçim meydanlarına hâkim olan esip gürlemelerin hatırı sayılır bir bölümü orada kalır. Konu Kürt meselesi olunca kalmalıdır da. Dün akşam, seçim sonuçlarının netleşmesiyle birlikte ortaya çıkan tablo da, hem Meclis aritmetiği hem de Güneydoğu’dan yansıyan tartışma götürmez gerçek göz önüne alındığında iktidar partisi tarafından çok iyi okunmalıdır.
BDP destekli bağımsızların parlamentoya kaç milletvekili taşıyacağının kritik önemde olduğu dünkü genel seçim sonucunda Kürt hareketi, parlamentoya 36 milletvekili sokarak çok önemli bir başarı elde etti. 2007’de DTP destekli bağımsızların aldığı oy oranı yüzde 3.8, Meclis’e giren milletvekili sayısı 22’ydi. 2009 yerel seçimlerinde ise yüzde 5.7 oranında oy aldılar.
Dün elde edilen sonuçta, BDP’nin, aday profilini Kürtçü olmayan kimi isimlere daha çok yaymasının etkisi de kuşkusuz yadsınamaz. Başbakan’ın “asardık” söyleminin de AK Parti’nin bölgedeki oylarının düşmesinde etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuçta, Kürt hareketi artık Meclis’te önemli bir rakamla temsil edilecektir. Muhafazakâr sağ, milliyetçi hareket ve sol olarak dilimlenen tabloda artık kritik öneme sahip bir temsil gücüyle dördüncü sıradadır ve MHP ile arasındaki fark giderek kapanmıştır.
Dünkü seçimin Kürt siyasi hareketi açısından ne kadar özel bir anlam taşıdığını biliyoruz. Hem BDP’liler, hem Öcalan, hem de Kandil’in, seçimden çıkacak sonuca göre pozisyon alacağı, elini ne kadar güçlendirirse başta demokratik özerklik olmak üzere Kürt meselesinin çözümüne dönük taleplerini o kadar güçlü dayatmaya çalışacağı malum. BDP’liler bölgede yüzde 51’in üzerinde oy almaları halinde özerkliğin hayata geçirileceğini açıklamıştı. İmralı’nın, “Çözüm yoksa 15’inden sonra savaş” tehditlerinin dumanı hâlâ tütüyor.
Şimdi önümüzde çok önemli bir yasama dönemi var. İktidar partisinin her iki seçmenden birinin oyunu alarak geldiği Meclis’in açılmasının ardından yapacağı ilk iş anayasa değişikliği olacaktır. Gündemdeki en çetin konulardan biri Kürt meselesidir ve BDP, her biri tartışma yaratacak talepleriyle masada yerini alacaktır. Özerkliğe dönük taleplerini, anadilde eğitim talebini parlamento bloğuyla iktidarın önüne koyacaktır.
AK Parti’nin anayasa değişikliği için referandum sınırı olan 330’u kıl payı kaçırdığı bu tabloda, BDP ile kurmak zorunda kalacağı köprü bu tartışmaların zeminini oluşturacak. Erdoğan’ın, dünkü balkon konuşmasındaki, “Milletimiz, uzlaşmayla yeni anayasa mesajı verdi. Yeni anayasada herkes kendisini bulacak” sözleri bu anlamda dikkat çekici.
İktidar partisi, anayasa değişikliğinde, Kürt sorununun çözümü konusunda artık “geçiştirilemeyecek” bir milletvekili grubuyla uzlaşma aramak zorunda olacak. Bu grubun içinde Leyla Zana da, halen hapiste olan isimler de yer alacak.
“367’yle de gelsek uzlaşma arayacağız” diyen AK Parti, Meclis aritmetiğindeki kritik eşiği geçmek için Kürt bloğunun kapısını çalmak zorunda kalacak. Elbette, BDP de sorununu, iktidarını perçinlemiş AK Parti’yle çözmenin yolunu arayacak.
Bu tabloda, BDP ya da seçim sonucunun verdiği güvenle, daha geniş yelpazede bir çatı partisiyle yoluna devam etmesi muhtemel partinin üzerine düşen sorumluluklar da var. Zana, dün oyunu kullanırken, “20 yıl önce Kürtlerin var olmadığı, bir devlet politikasıydı. Şimdi sürecin beklentileri farklı, karakteri farklı” dedi. Bu fark, hem AK Parti hem de Kürt hareketi için ne ifade ediyor hep birlikte göreceğiz.